Seyri sülûkta Mûsâ (a.s.) mertebesine gelindiğinde

images (60).jpg

Seyri sülûkta Mûsâ (a.s.) mertebesine gelindiğinde Cenâb-ı Hakk (c.c) 30 güne ilâve edilen son 10 günde kişiye Tevrât-ı Şerif’i indirmektedir. Tevrât-ı Şerif 7 tanesi mermerden 2 tanesi nûrdan olmak üzere 9 levhadan oluşmaktadır. Bu 10 günleri Cenâb-ı Hakk (c.c) gaflette kalmayalım diyerek her sene yenilemektedir. Bütün zamanlar Hakk’ın zamanları olduğundan o yönleri ile birbirlerinden farkları yoktur ancak bazı hâdiseler nedeniyle bazı günler bir özellik kazanmaktadır. Bu şekilde bazı özellikler olacak ki zamanda bize hareket noktaları olsun yoksa her gün aynı şekildedir denilmiş olsa yeknesak bir hayat olur ve bizi hareket geçirecek bazı özellikler olmaz.

10 sayısına eskiler aşere-i kâmile demişlerdir. Bu kemâllerden bir yön teklik ve çiftliği bünyesinde barındırmasından dolayıdır, birden dokuza kadar olan sayılar tek haneli sayılardır ve 10 ile çokluk haneleri başlamaktadır. 1-0 şeklinde ayırarak bakarsak (1) Elif harfidir. Elif harfleri, (1) ise sayıları meydana getirmektedir ve ahadiyyet mertebesinin ifâdesidir. Bu ahadiyyet mertebesini ifâde eden (1) sayısının önüne hiç bir değeri ve kendine ait varlığı olmayan (0) lar getirildiğinde çokluk ortaya gelmektedir. İşte o sıfırlar (1) ile bir değer kazanmaktadır. Sıfırlar alınsa dahi (1) yine kendi varlığı üzerinde olarak (1) olarak kalır. İşte bütün âlemlerde ne varsa bu sistem içerisinde zuhura gelmiştir. Âlemler ahadiyyet mertebesinden başlayan tenezzül ile (Bir) olan zâtın bütün âlemlerde çokluk üzere gözükmesidir.

(Veş şef’ı vel vetri.) (89/3) “Ve çift olana ve tek olana.” Genelde “şef’iyyet” tefsirlerde karşılıklı eş oluş anlamında kullanılmaktadır. “Şef’ı mahlûk olan her şeydir, vitr ise tek olan Allah’tır” diyenler de vardır. Arapça lîsanında normâl olarak kullanılan çift ve tek kelimelerinden ayrı olarak “şef” ve “vitr” kelimelerinin kullanılması normâlin dışında bir hâdiseyi ifâde ettiklerinin göstergesidir, yoksa normâl bir oluşum için Cenâb-ı Hakk (c.c.) genele yaygın kullanılan kelimeler ile hitâp ederdi.

Konuyu biraz genişleterek ve derinleştirerek ve ayrıca bizim anladığımız şekilde değil Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın belirtmek istediği şekilde incelemeye çalışalım; Meâlde okunduğu üzere Âyet-i Kerîme’yi “çifte ve tek’e” diyerek okuyup geçtiğimiz anda bütün Rahmâniyeti kapanır ve aklımızda bir ve iki kalır sâdece. Oysa o kadar muhteşem ve hayatın ana hakikâtlerine nüfuz eden bir Âyet-i Kerîme’dir ki sâdece bu Âyet-i Kerîme’yi gerçek hali üzere bilmek dahi Kûr’ân-ı Kerîm’in tüm tercümesine bedel gibidir.
Efendimiz (s.a.v) Hadîs-i Şerifinde “Allahû vitren yuhubbil vitra” yani “Allah vitr’dir vitri sever” buyurmuştur. Yatsı namazı sonrası kılınan Vitr namazı da 13. rek’at olarak kılınmaktadır ve kendine özel tekbiri vardır, diğer bütün tekbirlerin karşılıkları vardır oysa vitr tekbirinin karşılığı yoktur.

Cenâb-ı Hakk (c.c) bütün âlemleri halkettikten sonra insânı yani halifesini halketmeye sıra gelince ilmi ilâhîsinde a’yanı sâbite dediğimiz programlar zuhura çıkmaya başladı yani âlemlerin halkedilmesi onların zuhura çıkması için oldu. Herbirerlerimizin ana hatlarıyla özelliklerini a’yanı sâbite dediğimiz bu programlar meydana getirmektedir. Ancak bu aşamada çok önemli bir saptama yapalım salt bu programlarımıza tabî olarak herşeyimiz belirlenmiş ve biz bunlara yapmaya mecburuz düşüncesine kapılarak fiillerimizi yönlendirir ve şer’an yapılması bize bildirilen şeyleri geri plâna atar isek büyük hatâya düşeriz. Ehli sünnet vel cemaât anlayışı bu konuda en dengeli bir anlayıştır. Bu a’yanı sâbitelerin gereği olarak herbirerlerimize çalışıp faaliyet gösterebileceğimiz özel olarak bırakılan bölümler vardır ve işte biz bunlardan sorumluyuz.

A’yanı sâbite mahlûk değildir, Allah’ın zatının gereğidir ve vücût kokusu da almış değillerdir. Bu haliyle bakıldığında kişide olan program Allah’ın kendi zatında olan programıdır ve bu program nefes-i Rahmâni ile bütün âlemlere dağıldıktan sonra nûr mertebesinde aldığı lâtîf vücût ile mahlûkat başlamaktadır. Son olarak ise en kesîf olarak bu âlemde zuhura çıkmaktadır.

Bizler bu âlemde zuhura geldiğimiz anda mahlûk hükmüyle geliyoruz. Bu aşamadan sonra burası çokluk âlemidir yani maddi mânâda şef’iyyet âlemidir. Buradan yukarıya doğru çıkılmaya başlandığında görüntüde değişmeye başlamaktadır yani bizler her ne kadar mahlûk hükmünde isek de a’yanı sâbitelerimiz mahlûk olmadığından dolayı bu şef’iyyet (Bir)in iki adet (Bir) olmasından başka bir şey değildir. Bu Âyet-i Kerîme’nin belirtmek istediği de budur, zuhuru yönünden şef’iyyet, a’yanı sâbitesi yönünden vitr olan varlığın aslının vitr’e dayandığının ifâdesidir. Sâdece a’yanı sâbite hükmünde kalınmış olsa, vücûtlar ortaya gelmediği için ma’lum olamayacağız, sâdece ceset yönümüze baktığımızda ise mahlûk yönümüzü görerek ve a’yanı sâbitemizi arka plâna atarak Rahmâni yönümüzü ortaya çıkaramayacağız. Bu hakikâtlerin idrâki ise irfâniyetin bu mertebesini oluşturmaktadır yoksa irfâniyetsiz sâdece akıl yönüyle bunların anlaşılması mümkün değildir.

Vitr, hakikat-i İlâhiyye olan, birey, İlâh-î tekliğimiz, şef’iyyet ise nefsimizle birlikte olan ikiliğimizdir. Kişi evvelâ vitriyyet’ini daha sonrada bütün âlemde yaygın olan Ferdiyyet’ini bulması Lâzımdır. İşte bu yaşam Peygamberimizden, idrak eden ümmetlerine geçen, kendi âlemlerinin (Makam-ı Muhammed-î) leridir. Ayrıca (be) nin altında ki, tek nokta Vitriyyet ve ferdiyet, (ye) nin altındaki çift nokta ise şefiyyettir. İşte bu hakikatlere Yemin edilmektedir.

(Vel leyli izâ yesri. ) (89/4) “Ve geçip gideceği zaman geceye (andolsun).” Âdem (a.s.)’dan itibâren başlayan İbrâhim (a.s.)’ın ayak izi ile devâm eden Efendimiz (s.a.v)’de mi’raca ulaşan bir seyirden bahsedilmektedir. Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın yemin etmesi bu konu üzerinde çok ciddi bir şekilde durulması gerektiğinin göstergesidir.
Gece yürüyüşü Kûr’ân-ı Kerîm’de Beni İsrâîl hakkında daha belirgin olarak anlatılmaktadır. Yâkub (a.s.)’ın lâkabı “isr” dir. Kardeşiyle olan bir ihtilâf nedeniyle yakın bir kasabada olan akrabaların yanına ulaşmak isteyen Yâkub (a.s.) gündüzleri gizli yerlerde hem dinlenip hem gizlenerek sâdece geceleri yürüdüğünden kendisine bu lâkap verilmiştir. “Yâkub” ise kelime anlamı olarak kendi lîsanlarında (Abdullah ve saffetullah) “Allah’ın saf ve temiz kulu” demektir. Bu durumda, “Gece yürüyen Allah’ın saf ve temiz kullarının çocukları” sonucu ortaya çıkmaktadır.

Ümmeti Muhammed’e bu ifâdeyi çevirdiğimizde gece nafile ibâdetlerini yaparak seyri sülûk yolunda ilerleyen dervişlerden bahsedilmektedir. İşte bu hüküm seyri sülûk yolunda Mûsevîyyet mertebesinde en belirgin hâle gelmektedir. Daha sonra bu yürüyüş Îsâ (a.s.) ile göğe yükseliş. Daha sonrada, Muhammed (s.a.v.) ile de, (sübhanellezi esrâ biabdihi leylen…17/1) şef’iyyetten vitr’iyyet’e kemâlini bulmaktadır. Ve gecenin kemâlatında sabah olmaktadır ki fenâfillahtan bakâbillaha ulaşmaktır. Bu durum ise sâdece ümmeti Muhammed’e hastır diğer mertebelerin böyle bir fecr’i yoktur.

Terzi Baba (k.s.)
NECDET ARDIÇ İRFAN SOFRASI TASAVVUF SERİSİ (52) KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK (89) FECR SÛRESİ kitabından alınmıştır

52_Fecr-S%C3%BBresi.pdf erişimi için tıklayın

Yorum bırakın