Günlük arşivler: 27 Ağustos 2018

Terzi Baba Salat (Namaz) Şerhi Murat CAĞALOĞLU

image002_26.jpg

Muhterem ziyaretçilerimiz, dinliyeceğiniz bu ses kayıtları, sütüdya ortamında değilde sohbet ortamında kaydedildiğinden aralarında bazı parazitler ve fazladan sesler vardır umarız onları hoş görürsünüz. gayemiz elden geldiği ve imkânlarımız el verdiğince Tevhid ilmi bakımından çevremize faydalı olmağa çalışmaktır. Gerçek bir tevhid neşesi ve irfaniyyet-i içerisinde yapılmağa çalışılırken doldurulmağa çalışılan bu amatörce kayıtlardan inşeallah sizlerde fayda sağlarsınız, Cenâb-ı Hakk gönlünüzü basar ve basıretinizi zât’ının istikametine yönlendirsin.

Amin: Murat CAĞALOĞLU – İSTANBUL

Güvenli Google Drive İndirme ve Dinleme Linki…

https://drive.google.com/open?id=1MpvvkHhC0q7yBB9KuJLkwTlZfA6dwxcP

Alternatif İndirme Linki…

Salat_01.mp3

Salat_02.mp3

Salat_03.mp3

Salat_04.mp3

Salat_05.mp3

Salat_06.mp3

Salat_07.mp3

Salat_08.mp3

Terzi Baba Mirat’ül İrfan Şerhi Yorumlayan Murat CAĞALOĞLU

image002_62

Muhterem ziyaretçilerimiz, dinliyeceğiniz bu ses kayıtları, sütüdya ortamında değilde sohbet ortamında kaydedildiğinden aralarında bazı parazitler ve fazladan sesler vardır umarız onları hoş görürsünüz. gayemiz elden geldiği ve  imkânlarımız el verdiğince Tevhid ilmi bakımından çevremize faydalı olmaya çalışmaktır. Gerçek bir tevhid neşesi ve irfaniyyet-i içerisinde yapılmaya çalışırken doldurulmağa çalışılan bu amatörce kayıtlardan inşeallah sizlerde fayda sağlarsınız, Cenâb-ı Hakk gönlünüzü basar ve basiretinizi zât’ının istikametine yönlendirsin.

Amin: Murat CAĞALOĞLU –  İSTANBUL

Güvenli Google Drive İndirme ve Dinleme Linki…

https://drive.google.com/open?id=1YixOJJNF-Z5nCJedjlSqT8GM2k9vyshM

Alternatif İndirme Linki…

miratul-irfan_01.mp3

miratul-irfan_02.mp3

miratul-irfan_03.mp3

miratul-irfan_04.mp3

miratul-irfan_05.mp3

miratul-irfan_06.mp3

miratul-irfan_07.mp3

miratul-irfan_08.mp3

İnsanlar tek bir ümmetti.

index_5.jpg

كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَأَنزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلاَّ الَّذِينَ أُوتُوهُ مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْياً بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ لِمَا اخْتَلَفُواْ فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ وَاللّهُ يَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

(213-) KânenNasu ümmeten vahıdeten febe’asellahün Nebîyyiyne mübeşşiriyne ve münziriyn* ve enzele mealhümül Kitabe Bil Hakkı liyahküme beynenNasi fiymahtelefu fiyh* ve mahtelefe fiyhi illelleziyne utuhu min ba’di ma caethümül beyyinatü bağyen beynehüm* fehedAllahulleziyne amenu limahtelefu fiyhi minel Kakkı Bi izniHİ, vAllahu yehdiy men yeşau ila sıratın müstekıym;

      * İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insânların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah imân edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

      İnsanlar başta tek bir ümmeti idi,

Bâtın alemde insânlar bir ümmetti, tek ümmetti, başlangıcımızda zaten tek insân olarak, yani Adem a.s olarak tekti ve bir ümmet idi ve bizlerde cennette idik, Adem Babamızın kuvvesinde yani bâtınında, onunla birlikte yeryüze indirildik, işte cennette iken Adem Babamızın varlığında dünyaya geldiğimiz zaman, insânlar tek bir ümmettir, onun içinde zaten.

      “men katele nefsen Bi ğayri nefsin ev fesadin fiyl Ardı fe keennema katelen Nase cemiy’a”(Maide,5/32.Âyet) gereği “tek bir kişiyi öldürmek, bütün insânları öldürmek gibidir” deniyor.

      Dörtlük:

      Sığar bir mekân içre bin Âdem oğlu,

      Sığmaz bin âlem içre bir Âdem oğlu,

      Cismine bakıp aldanma sakın ha!..

      İki cihan varlığı bir Âdem oğlu.

      Eğer sana sen olmak istersen şifa,

      AŞK ol aşık ol aşka eyle vefa,

      Başka yok ancak böyle bulunur safa,

      Aşksız yaşaması mümkün mü? bizlerin.

 

      Sığar bir an içre, bin Adem ömrü,

      Sığmaz bin an içre, bir Adem ömrü,

      Vaktine bakıp azdır, deme sakın ha!..

      Bütün İnsanlardaki, bir Adem ömrü.

 

      Kemâlin kemâlidir bunca kemalât,

      Kalır sanma geçer nice nice halât,

      Bu gün de kendini bulamaz isen hey hat,

      Kimseye tan etme yarın sakın sen.

      Bütün bu âlemdeki insânlar hepsi bir insânın değişik terkipler ile değişik esmâlarla zuhura gelmesinden başka bir şey değildir genel anlamda, ve bir bakıma İnsân-ı Kâmil’de buna diyorlar.

      Ayrıca biz kendi başımıza özel olarak bir ümmetiz, ümmet ana demek ya, biz başlı başına bir insânız ve bir insân bütün insânları temsil edecek güçtedir, çünkü bütün insânlarda mevcut olan  Esmâ-i İlâhiyye, bir insânda mevcuttur, bütün Esmâ-i İlâhiyyenin de bizde olan mevcudiyeti nedeniyle her esmâyı bir insân olarak zuhurda kabul ettiğimizde, bir insân hepsini temsil edecek oluşumda olmaktadır, yani onun tek görünmesi kendi içindeki çokluğu bertaraf etmiyor, işte vahdette bu demek, bizim içimizde ne kadar çokluk varsa, bunların tümü insânı meydana getiriyor, “Ne var âlemde o var Âdemde” dediği gibi bütün varlıkta ne varsa insânda hepsi mevcuttur.

      Allah bunların içinden peygamberler çıkardı,

      Herbirerlerimizde Doksandokuz esmâ vardır, bu ana esmâlar bizim ümmetimizdir, öyle derler ki cennette bir insân yetmiş şekilde, adette yaşayabilecek, gözükebilecek, biri asli varlığı olduğu halde Yetmiş ayrı yerde tecellisi olacak.

      İşte bizdeki bu Doksandokuz esmânın içinden Hâdi ismini haberci olarak çıkardı, diğer esmâlara hidâyet ehli olarak, ikaz edici ve müjdeleyici olarak diğer isimlere karşı, Hâdi ismindeki hakikati ve Selâm ismindeki hakikati, kendindeki selâmeti izah edici, Hâdi isminin hakikatini izah edici, Câmi isminin hakikatini izah edici, Allah isminin hakikatini izah edicidir.

      Peygambelerin Allah esmâsının hâkim olmasını sağlayacak bilgiyi getirmesi çünkü peygambeler Allah esmâsından geliyor, Allah esmâsı Hâdi esmâsını hidâyetçi olarak gönderiyor, hani Âdem (a.s.) cennetten indikten sonra feimma ye’tiyenneküm minniy hüden femenittebea hüdaye fela yedıllu ve la yeşka;”(Taha,20/123.Âyet) yani “Benden size hidâyetçiler gelecek, kim onlara tabi olur ise o sapmaz ve şaki olmaz” gibi bir ikazda bulunuluyor, işte müjdeci olan o Hâdi esmâsı diyor ki senin varlığında Allah esmâsı da var, Câmi esmâsı da var bunu belirtiyor ve bunları ortaya çıkar diyor yani Rezzak isminin peşinde ihtiyacın kadar koş, nefsin için onun peşinde koşma ve benzeri şekilde bir çok isimler için  böyledir.

      Onlarla birlikte kitabı indirdi, Hakk olarak,

      Allah esmâsı Hâdi esmâsına Kûr’ân’ı indirdi yani zati hakikatleri indirdi, ve bunu diğer isimlere müjdeledi ve ikaz etti, Allah esmâsının gerektirdiği faaliyeti üzerinizde gösterin, beşeriyetinize, nefsinize kul olmayın diye ve “bil Hakkı” Hakk olarak, gerçek olarak Hakk esmâsı ile, bu ne demektir, kendi varlığınızda oluşan herşeyin bâtıl değil hakk olduğunu bilin,  ve Hakk olduğunu belirtmek üzere,HalekAllahus Semavati vel Arda bil Hakk” (Ankebut,29/44) yani ”Semavat ve arzı Hakk olarak hâlketti”işte bizim semavatımız da burada arzımız da buradadır, arzımız bunun dışı semavatımız bunun içi, bunları Hakk olarak hâlketti yani kendi varlığına baktığın zaman bunu bir beşer, et kemik yığını zannetme bu doğrudan doğruya Hakk’tır, sende bu âlemin içinde olduğuna göre, bu âlemlerin hepsi Hakk olarak hâlkedilmişse, bizde bunun dışında kalamayız ki, istesekte kalamayız.

      Bizdeki Esmâ-i İlâhiyyenin arasını bulmak, zıt isimleri birbirleriyle uzlaştırmak, Hâdi ile Mudil gibi, aslında bunların ayrı şeyler olmadıklarını, kullanımlarındaki yanlışlıktan dolayı ayrılık ortaya çıktığını, Kahhar ve Cebbar ile Rahman’ın ayrı şeyler olmadığını, bunların birbirlerinin tamamlayıcısı olduğunu anlatmak sûretiyle bunların arasını bulmak için peygamberler geldi, işte onun için kim ne kadar zıt ismi kendi bünyesinde birleştirebilirse Allah’ı o derece anlamış olur. Bizdeki Esmâ-i İlâhiyyelerin ayrı şeyler olmadıklarını birbirlerinin yardımcıları olduklarını onlara bildirmesi, yani bizdeki faaliyet sahasına bunları tahakkuka geçirmesi o insânın sükûn içerisinde olmasını sağlar, bazı insânlar kendi içinde kavgalıdır, ne yapılsa eksi görür, ama bütün varlıkların Esmâ-i İlâhiyyenin bir zuhuru olduğunu idrak ettiği zaman artık onda sulh, sükun meydana gelmiş olur, işte İslam o zaman başlıyor, gerçek İslâm yani, Selâm esmâsı orada, yani artık Selâm esmâsı terbiye ediyor, onun verdiği güzellikle güzel bir insân oluyor, o zaman Kahhar’ın, hayal ve vehmin, Cebbar’ın, Azizliğin üstünden gitmesiyle sâlim, hoş bir insân olur.

      Aralarındaki hırs, kin yüzünden bu ihtilaflarını onlar devam ettirdi,

      Yukarıda anlatıldığı gibi Esmâ-i İlâhiyyeyi kullanama-dıkları için ihtilâfları sürdü gitti,

      İmân eden kimselere Allah hidâyet etti, ihtilaf ettikleri konulardan Allah’ın izniyle kurtuldular, yani Allah onlara Hâdi ismiyle tecelli ettiğinden hakikati İlâh-îyyeyi idrak etti imân edenler, imân edenden kasıt, kendi varlıklarında işlerin Allah’ın izniyle olduğunu idrak etmeleri yani kendi varlıklarında var olanın Allah’ın olduğunu idrak etmek imân ehli olmaktır, kendi varlıklarındakinden gaflette olanlarda varlıklarındakinin Allah’ın olmadığını zannedenler yani perdeliler ise ehli küfürdür, işte imânları olmazsa Allah onlara Hâdi ismiyle değil Mudil ismiyle tecelli ediyor, aradaki fark budur.

      Muhakkak ki Allah hidâyet eder dilediğine,

Dilediğinden kasıt, ehli Zattır, çünkü Zâti tecellisinin zuhurları olduğu için dilediği onlardır, Allah’ın dilediği ise ne büyük bir lütuftur, Allah’ın dilemesi demek onun mahbubu demektir, yani habibi demektir.

      Doğru yola erdirir,

      Doğru yoldan kasıt Allah esmâsına giden yoldur, yani neticede Allah’a ulaşılan yoldur, biraz daha açarsak neticede Allah’lığa ulaşan yoldur, bu bahsedilen sıratullah yoludur. Sıratı müstakim kişinin kendi varlığında Hakk’ı bulması, sıratullah’ta kendi varlığından âlemlerdeki Allah’ın varlığını bulmak, kendindeki doğru yolu bulamazsa diğer dışarıdaki, hazerat-ı hamse’deki doğru yolu bulması hiç mümkün değildir.

Kafirlere dünya hayatı süslü gösterildi.

index_4.jpg

زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ اتَّقَواْ فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

      (212-) Züyyine lilleziyne keferul hayatüd dünya ve yesharune minelleziyne amenu* velleziynettekav fevkahüm yevmel kıyameti, vAllahu yerzuku men yeşau Bi ğayri hısab;

      * İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar imân edenlerle alay etmektedirler. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

      Kâfirlere dünya hayatı sevdirildi,  

      Kahhar esmâsı nefsini ortadan kaldırmak için kendisine verildiği halde, o Kahhar esmâsını nefsaniyetine zarar veren şeyleri kaldırmak için kullanıyor yani tam ters yönde kullanıyor, niçin bunu yapıyor, çünkü kendisine hayal ve vehmi hayatı ters gösteriyor, vehmin aslı zaten yoku var, varı yok göstermek, vehmin bütün sanatı, oyunu bu, âlemlere baktığın zaman bu âlemleri var gösteriyor, Allah’ı yok gösteriyor, yani ötelere atmak sûretiyle yok gösteriyor, tam tersini gösteriyor yani, dünyayı ön plâna aldırarak süslüyor.

      Ve onlar imân ehli ile alay ettiler,

Mudil ismi ile zuhurda olanlar Hâdi ismi ile zuhurda olanlarla alay ettiler, Hâdi ismiyle zuhurda olanların dışardaki görüntülerinin daha basit olmasından yani dünyada ziynetlere, süslenmelere pek fazla önem vermediklerinden, fakat ötekiler evlerini barklarını, kendilerini çok süslediklerinden, diğerlerini hakir görmelerinden dolayı mü’minlerle alay ettiler.

      Aynı şeyleri kendi nefsimizdede düşünebiliriz, nefsi emmâre Hâdi ismiyle zuhurda olan bizim öz kimliğimizi hakir görmekte o mertebede, işte biz nefsi emmâreyi, levvâmeyi ortadan kaldırdığımızda zaman, bâtıni mânâda yaptığımız çalışmalarla Hâdi esmâsının, Selâm esmâsının açığa çıkmasını temin ettikten sonra artık o hayal ve vehmin bizim üzerimizde yani Mudil esmâsının bizim üzerimizde tesiri kalmadığından, dolayısıyla küfür hali bizde oluşmadığından, küfür ehli olan bizim varlığımızdaki nefsi emmâre yok olduğundan artık üstünlük iddia edecek bir varlıkta kalmaz, ve sekine hasıl olur, sürekli huzur hali olur.

      İşte o kimseler yani Hâdi ismini Mudil isminin üstüne geçirmiş olanlar, Rahmân ismini Kahhar, Cebbar isminin üstüne geçirmiş olanlar ve Selâm ismiyle daha ziyade hareket etmiş olanlar işte bunlar ittika ehli, yani sakınanlar olur, o kimseler kıyamet gününde insânı hayal ve vehme götürecek esmâların üstündedir, yani o şekilde yaşayan zuhurların üstündedir, bugüne alırsak, kim ki kendi hakikatinin İlâh-î varlıktan başka bir şey olmadığını idrak etti, işte o zaman onun yani nefsinin daha bu dünyada iken kıyameti kopmuş oldu.

      Bir kimsesinin kendi İlâh-î varlığını idrak etmesi ve o şekilde kıyama kalkması yani akılda kıyama kalkması, yoksa kişi bedeniyle kıyama kalksa ne olur, yatsa ne olur, aklı eğer yatıyorsa yani yatay bir bilgi içerisindeyse onun ki ancak cesedinin kıyamı olur, bu da çok bir şey ifade etmez daha sonra yine düşer, işte aklımızda, fikrimizde gerçek benliğimizde kıyam ettiğimiz zaman bu bizim kıyametimiz olmuş oluyor ve daha bu âlemde kıyamet kopmadan bizim kıyametimiz kopuyor, bize göre kıyameti kübra ama genele göre küçük kıyamet oluyor, işte onlar daha bugün burada diğerlerinden üstün oluyor, yani hayal ve vehim ile yaşayanların bu kimseler üstündedirler.

Allah kimi dilerse hesapsız rızıklandırır, Esmâ-i İlâhiyyeden neye ihtiyacı varsa o kişinin, o esmâ yönünden onu rızıklandırır, kişide Kahhar ismi nefsini helâk etmeye yetmiyorsa, onun gücünü arttırır.

      Cenâb-ı Hakk’ın genel olarak “men” kim’likten maksadı bütün varlık , her varlık bir “men”  madde yönden baktığımızda her varlık şey ismini almakta, ve her şeyde de bireysel olmasa da mahalli bir akıl vardır, yani bir kimlik vardır, kendi bünyesi kadar bir şuuru vardır, işte böyle baktığımız da bütün âlemlerdeki varlıklar, “men” hükmündedir, ”men” kelimesindeki “mim” Hakkikati Muhammedi, “nun” Kudret nuru, Hakkikati Muhamme-diden Kudret nuru ile doğan varlık demektir “men” kelimesinin aslı, işte bütün âlem böyle olduğuna göre “men yeşau” demesi, herhangi bir kimse üzerinde dileme değil, bütün âlemde genel olarak dilemesidir, ancak bunlar ef’al, esmâ mertebesi itibarıyla genel dilemesidir, birde bu dileğinin içerisinde özel olarak diledikleri vardır, işte bu Âyet bir bakıma özele hitap ediyor, bir bakıma genele hitap ediyor, senin beşeriyetinle ne kadar çalışman olursa olsun, bununla bir vasıtalandırmadır, yani sebepler hâlkederek çalışmaya yöneltir, bir de çalışmalardan sonra kendi bağışı olan tecelliler ile Zat mertebesinden o kimseleri rızıklandırır.

Ey imân edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin.

index_3

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ

      (208-) Ya eyyühelleziyne amenüdhulu fiys silmi kâffeten, ve la tettebiu hutuvatiş şeytan* innehu leküm adüvvün mübiyn;

      * Ey imân edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.

      Ey imân edenler, buradaki imân gerçek imân tabi ki lafzi imân değil, imân dahi çokluk hükmünde ama İslâmiyyet bu çokluğu en aza indiren bir sistemdir, ondan önce İseviyyet, çok tanrıdan ancak üçe indirebilmiştir, Hz. Rasûlüllah dahi bunu ancak ikili anlatabilmiş, tekliği yani vahdeti ikili kapıdan girerek anlatabilmiştir.

      Bireysel varlığımız açısından bakarsak, imân edenler, kişinin varlığında bulunan Hâdî ismine tabi olan güçler mânâsınadır, kendi aranızdaki özelliğinizi bozmayın hep birlikte barış halinde olun, bünyenizdeki bu Esmâ-i İlâhiyyeleri birlikte kullanıp aralarında zıt gibi olanları da barış içinde kullanınız, hayal ve vehmin ayak izlerine tabi olmayın, peşinden gitmeyin, muhakkak ki o sizin için açık bir düşmandır, çünkü size verdiği vehim, hayal ve vesvesenin mesnedi yoktur, doğru gibi gösterir ama aslında hepsi boştur ona tabi olmayın.

      Şeriat mertebesi itibarıyla kavgayı bırakın, barışa dahil olun,

      Tarikat mertebesi itibarıyla dargınlığı, küskünlüğü bırakın muhabbet ehli olun,

      Hakkikat mertebesi itibarıyla Cenâb-ı Hakk’ta bulunan zıt esmâları artık birbirinden ayırmayın hepsini toplayın, onları birleştirici olun,

      Marifet mertebesinde onlar sizin malınızdır, sizde zuhura çıksınlar yani kardeş olarak barışık olarak çıksınlar, ayrı, ayrı hükümler olarak değil.

      Şeytanın adımlarına tabi olmayın, yani sizdeki heva ve hevese nefsaniyyetinize bireyselliğinize kendinizden zuhur edecek oluşumlara, düşüncülere, değerlendirmelere hiçbirine tabi olmayın.

Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin.

index_2.jpg

مِّنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُواْ اللّهَ عِندَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدَاكُمْ وَإِن كُنتُم مِّن قَبْلِهِ لَمِنَ الضَّآلِّينَ

      (198-) Leyse aleyküm cünahun en tebteğu fadlen min Rabbiküm* feiza efadtüm min Arafatin fezkürullahe ındel Meş’aril Haram* vezküruHU kema hedaküm* ve in küntüm min kablihı le minaddalliyn;

      * (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin. Onu, size gösterdiği gibi zikredin. Doğrusu siz onun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.

      Rabbinizin lütfundan talep etmeniz size günah olmaz yani Rabbinızden Rabbinızın mahremiyetine girmeyi istemeniz sizin için günah sayılmaz, belkide sevap ismiyle belirtirsek yapacağınız en büyük iştir diye altında çizgide vardır.

      Arafat’tan indikten sonra, Allah’ı zikredin Meşaril Haram’da, Arafat’tan inmek ne demektir,? Arafat bilindiği gibi haccın farzıdır, Arife günü akşam ezanına kadar Arafat’ta olmayan kişinin haccı olamıyor, tekrarlaması gerekiyor, Efendimiz (s.a.v) hac Arafat’tır demiştir zâten, diğerleri onun teferruatları, Arafat’a çıkmak demek, ehli Araf yani Araf ehli olmak demektir, arife’de bilici mânâsına ya, ertesi günün bayram olduğunu, mutlak olarak Rabbe vusûl olduğunu bildiren gün mânâsınadır, Kûr’ân-ı Kerîm’de de A’raf sûresi var, orada a’raf ehlinden bahsediyor, diyor ki cennet ile cehennem arasında bir tepe vardır, orada bir takım erler vardır, cennetlikleri ve cehennemlikleri simalarından tanırlar, ne cennete konur onlar ne cehenneme konurlar, sevapları yok ki cennete girsinler, günahları yok ki cehenneme girsinler, çünkü beşeriyetleri kalmamış, a’raf olmuşlar, işte Arafat’a çıkmak demek, dünyada iken cennet ve cehennem arasındaki a’raf mahalline çıkmak demek hakikati itibarıyla, işte kim ki oraya sadece sûreti değil sıreti yani hakikati ile de bâtını ile de çıktıktan sonra kendisinde meydana gelen İlâh-î tecellilerin hepsiyle birlikte onları varlığında toplayarak Allah’ı zikretsin, Meş’aril Haram’da, gayriye yasak olan bir yerde, işte Hakkikat-i İlâhiyyeyi idrak etmiş olan bir kişi haremdir, o kişinin gönlü haremdir, kendisi oradan çıkmaz, ama başkasına haramdır, neden ehlullah’ı kolay kolay tanıyamazlar, çünkü haramdır onların bâtınının tanınması ve tanıtılması, gayriye haramdır, eğer biz a’raf ehli olmuşsak gerçekten, Meş’aril Haram bize harem, diğerlerine haramdır, yani ancak çevresinde dolaşabilirler, işte sen kendi hakikatini kaybetmeden Ulûhiyyet mertebesi itibarıyla Meş’aril Haramda zikrini yap, yani oradaki hakikatleri idrak et, onu da zikret, zikirden maksat o hakikatlerin ortaya çıkmasıdır, yani Arafat’taki hakikatlerini oradada yaşa diye anlayabiliriz.

      O’nu zikret, Arafat’ta ve Arafat’a çıkarken neler öğretmişse güzellikle zikredin. İşte siz daha evvelce bu hadiselerden haberdar değildiniz, ne zaman ki bir İnsân-ı Kâmil’e yolunuz düştü, ondan bunları aldınız, eğitildiniz bunları unutmayın yani şükrünüzü eda etmekten geri durmayın diye altında ikaz var.

Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Artık size kolay gelen kûrb’ânı gönderin

index_1

الْهَدْيُ مَحِلَّهُ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضاً أَوْ بِهِ أَذًى مِّن رَّأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِّن صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَن تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذَلِكَ لِمَن لَّمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي

الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

      (196-) Ve etimmül Hacce vel Umrete Lillah* fein uhsırtüm femesteysera minel hedy* ve la tahliku rüuseküm hatta yeblüğal hedyü mahılleh* femen kane minküm merıydan ev Bihi ezen min re’sihi fefidyetün min Sıyamin ev Sadakatin ev Nüsükin,      

                                                                                                                                                                     feiza emintüm*femen temettea Bil                             Umreti ilel Hacci femesteysera minelhedy*femenlem yecid feSıyamü selaseti eyyamin fiyl Hacci ve                                                       seb’atin iza 

raca’tüm* tilke aşeratün kâfiretün, zâlike li men lem yekün ehlühu hadıril Mescidil Haram* vettekullahe va’lemu ennAllahe şediydül ıkab;

      * Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kûrb’ânı gönderin. Bu kûrb’ân, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kûrb’ân kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kûrb’ânı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.

      Allah için, Haccı tamamlayın.

Hac bilindiği gibi İslâm’ın içerisinde hem bedenen hem malen yapılan ibadetlerdendir, ibadetler değişik şekilde, olmaktadır sadece mâlen yapılan ibadetler vardır, sadece bedenen yapılan ibadetler vardır,  hem bedenen hem mâlen yapılan ibadetler vardır, Meselâ zekât vermek mâlen, oruç tutmak bedenendir, ama hac hem mâlen hem bedenen yapılan bir ibadettir, evvelâ hac ne idi onu düşünmemiz lâzımdır, yani hac kelimesinin ifade ettiği mânâ ne idi,? kısaca şöyle özetleyebiliriz, (Hakkikat-i İlâhiyye de Cemâllûllah’ı seyir) dir, hac bir  yolculuk, ve seyri sülûkta bir yolculuktur, işte hac demek hakikati İlâh-î ye de Cemalullah’ı seyir, sâliklere yol ehline bunları, haccı tamamlayın deniyor, böyle bir emir vardır.

      Hac zâhir olarak Kâbe-i Şerifi ziyaret etmek, bâtın olarak İnsân-ı Kâmil’i ziyaret etmektir, üçüncü olarakta İnsân-ı Kâmil’i kendi bünyesinde bulabilmektir, en mühim olan hac’ta budur işte, ama diğer hacları yapmadan bu haccı yapmak mümkün değildir, gerçi zâhirî Kâbe-i Şerifi ziyaret etmeden bâtıni haccı yapmak mümkündür ama eksik kalır, oradaki o yaşantıyı görmedikten sonra kişi sadece bulunduğu yerde yaptığı haccı tek taraflı bir hac olmuş, bâtıni bir hac olmuş olur sadece, ama zâhir ile bâtın birbirlerinden ayrı şeyler olmadıkları için onu da yapması, işte haccı tamamlayın demesi bu yönüylede ayrıca.

      Umreyi de aynı şekilde, umre Hakkikat-i Muhammediye’de Hz. Muhammedi (s.a.v.) seyirdir, yani bir bakıma dış âlemdeki İnsân-ı Kâmil’i seyirdir.

      Allah için olacak bunlar, bir “ilaAllah” yani Allah’a doğru gidiş için bir ifade ile ama başka bir ifade ile Allah’ı ve Rasûlullah’ı kendinde bulman ve Ulûhiyyet mertebesini idrak etmen için, sadece gezip dolaşman için değildir.

      Eğer herhangi bir şekilde bu oluşumdan engellenirseniz, çevre mâni çıkar, aile mâni çıkar, iş mâni çıkar, belirli bir şekilde seyri sülûktan engellenirseniz, geçici olarakta olsa bu hallerden mahrum olmamak için kolayınıza gelen bir kûrb’ân gönderin, diyelim gece derse kalkamadık, veya kalktıkta yarım kaldı gücümüz buna yetti samimi olarak, işte o hac yerine geçen hedy kûrb’ânı, kûrb’ân diyor bakın, kûrb’ân demek can demek, mal demiyor kûrb’ân diyor, işte her bir Hakk yolu yolcusunun, nefsi emmâresi, levvâmesi, mülhimesi hangi ahlâk üzereyse ve hangisini boğmak kolay geliyorsa onu hediye olarak göndersin yani zorlamıyor ne kadar kolaylık gösteriyor, o yoldan hiç olmazsa kûrbiyyet sağlasın diye, bazılarımıza büyük gelen bir şey diğerlerimize küçük gibi gelir veya tam tersi, işte kendi mücadelesi neye yetiyorsa onu göndersin deniyor.

      Başını traş etmesin, hediye kûrb’ânı yerine ulaşıncaya kadar, kûrb’ânın yerine ulaşması demek kûrbiyyet halinin yani kişinin İlâh-î varlığa mümkün olduğu kadar yakın ulaşması demektir, işte oraya ulaşmadıkça kendisinde Hakkikat-i İlâhiyye zuhura çıkamayacağından kendisindeki beşeriyyet görüntülerini noktalamasın kesmesin, daha henüz, çünkü o beşeriyyeti içinde yaşamak zorunda hem Hakk’a ulaşamadı hem de beşeriyyetini tamamen keserse iki boşlukta kalacak, ne Hakk’a ulaşmış olacak ne de nefsinde kalmış olacak, işte hediyeniz Hakk’a ulaşıncaya kadar başınızı traş etmeyin, ne zaman Hakk’a ulaşacak o zaman saçtan murat nefsani uzantıları, onları o zaman traş edebilir.

      Kim ki içinizden seyri sülûk yolunda hac yolunda hastalandı veyahut başı ağrıdı, sıkıldı herhangi bir şeyden bunun karşılığında fidye versin, fiili görevlerini veya lâfzi kelâmı dualarını yapamadıysa bunun karşılığında fidye versin yani oruç tutsun veya sadaka versin veya hediye kûrb’ânı göndersin Hakk’a, burada oruç sadece bedeni ibadet, sadaka mali ibadet kûrb’ânda mali ibadet yani hem canınla hem malınla mücadele etmen gerektiği anlaşılıyor, diğer yönden oruç tutmak nefsani hallerimizi muhafaza altına almak, sadaka vermek sûretiyle de verici olmak yani seyri sülûkun bir çok yönleri olduğunu biri olmazsa diğeri yapılır şekliyle kolaylığını gösteriyorlar.

      Umreden faydalanmak istiyorsanız engellemeler kalktığında umreden faydalanbilirsiniz, hacca kadar, yani Hz.Rasûlullah’ın hakikatini idrak etmeye çalışabilirsiniz.

      Yine kolayınıza gelen bir kûrb’ân gönderiniz.

      Kim ki bunu bulamadı yani kûrb’ân gönderemedi, oruç tutsun, hac günleri içerisinde üç gün, yedi günde döndükten sonra oruç tutsun, üç gün oruç tutmak, birincisi haccın hakikatlerini ilmel yakîn olarak idrak etsin, ikincisi aynel yakîn, üçüncüsü hakkel yakîn olarak, işte kendinde var olan bu duygu ve bilgileri oruç tutmak sûretiyle bâtınına alsın, bâtınında olan özellikleri de zâhire çıkarsın, yani bu hakikatleri ilmel, aynel, hakkel yakîn olarak idrak etsin ve döndükten sonrada yedi gün oruç tutsun yani nefsi emmâresi, levvâmesi, mutmainnesi, mülhimesi, mardıyyesi, razıyesi, safiyesi yönüyle oruç tutsun ve bunlarında hakikatlerini ortaya çıkarmış olsun.

      On olur ve Kâmil bir oluşum meydana gelmiş olur, birden dokuza kadar olan sayılar tek haneli sayılar, ve onlarda bir hükmündedirler çünkü birin iki tanesi iki olur ve dokuza kadar benzer şekildedir ama önüne bir sıfır geldiği zaman kesret başlıyor, on rakkamında tek haneli sayılar bitiyor çoklu sayılar başlıyor, Kâmil olması burada işte hem vahdet var hem kesret var, önündeki sıfırı arkaya koyduğumuz zaman hiçbir şey ifade etmiyor, işte bütün sayıların aslı bir ve o da Ahadiyet mertebesidir ve o da oniki noktadan meydana geliyor, birin önüne hiçlik konulduğu zaman bu âlemdeki varlık ve çokluk ortaya çıkmış oluyor, kaç sıfır koyarsanız koyun netice değişen bir şey olmuyor çokluğun ifadesini gösteriyor.

      Bu oluşumlar Mescidil Haramın dışında yaşayan kimseler içindir, Mescidil Haramın içinde yaşayan kimseler için ne böyle bir zorunluluk vardır ne de bir oluşum vardır ne de bir gereği vardır, çünkü o oluşumları onlar daha evvelce yaptıkları için Mescidil Haram ashabı olmuşlardır, yani Kâbe sakinleri olmuşlardır, onların artık bunları yapması gerekli değildir, ancak bu yollardan geçileceği için ve oranın sakinleri olanlarda bu yollardan bu faaliyetlerden geçtikleri için daha evvelce yaptıklarından tekrar yapmalarına gerek yoktur.

      İşte Allah’tan böylece ittika edin, sakının , her mertebede sakınma başka başka, irfan ehlinin ittikası gönlünün bir nebze dahi olsa Hakk’ın dışındaki şeylerle meşgul olması veya gönlünün beşeriyetine dönmesi veya Hakk’tan gafil olması, işte onun ittikasını bozan bu hal olur bundan sakının yani varlığınızla birlikte olduğumu unutmaktan sakının, ancak insân bunun bilincinde olarak beşeriyetini yaşayabilir yine dünyevi yaşantısını sürdürebilmesi için o ayrı konudur , bakarsınız o gaflet ehli gibi gözükür ama içinden Hakk ile dışından hâlk iledir, ittikası bozulmaz.

İşte bunu mutlak böyle bilin ki Allah’ın karşılığı çok şiddetlidir, kim ne yaparsa onun karşılığını görecek, cennet fiili işleyenin cezası-karşılığı cennet, cehennem fiili işleyenin cezası cehennemdir, muhabbet ehlinin cezası muhabbettir,”Hel cezaul ihsâni illel ihsân” (Rahman, 55/60.Âyet) ”İhsânın karşılığı ancak ihsândır”.

      “şediydül ıkab” demesi, kişinin Rabbine olan muhabbeti ne kadar şiddetli ise Rabbinin muhabbeti de ona o kadar şiddetli olur.

Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: “Onlar, insânlar ve hac için vakit ölçüleridir

images_3 (1).jpg

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِأَنْ تَأْتُوْاْ الْبُيُوتَ مِن ظُهُورِهَا وَلَـكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقَى وَأْتُواْ الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

      (189-) Yes’eluneke anil ehilleti, kul hiye mevakıytu linNasi velHacc* ve leysel birru Bi en te’tül buyute min zuhuriha ve lakinnel birra menitteka* ve’tül buyute min ebvabiha* vettekullahe lealleküm tüflihun;

      * Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: “Onlar, insânlar ve hac için vakit ölçüleridir. İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi (Allah’a karşı gelmekten sakınan) insânın davranışıdır. Evlere kapılarından girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.

      Ey Habibim senden hilâli soruyorlar, De ki, insânların vakitlerini bilmesi ve hac vakitlerini bilmesi içindir, zâhiren böyledir.

      Gökyüzünün üç varlığı yıldız, ay ve güneş, bunlar nedir üzerimizde ne tesirleri vardır ve ifadeleri nelerdir, bunları bilmemiz lâzım.

      Yıldız bir mânâda bizim nefsâni varlığımızdır, nefs yıldızı, “ven necmi iza heva” (53/1) da bahsedilen bizim nefis yıldızımızdır, işte nefis yıldızı bizde olduğu sürece aya yönelmemiz mümkün değildir, çünkü beşeriyyet yıldızı bizi aydınlattığından, ışığı bizi ihata etmiş olduğundan, ay tutulmuş olmaktadır, ışıyamıyordur, evvelâ bu beşeriyyet yıldızının perdelenmesi ve söndürülmesi lâzım’dır, veya yerinden indirilmesi lâzımdır ki; insân yıldızdan sonra gelen ay’dan nurunu almaya başlasın, yani Hakkikat-i Muhammedi’den faydalanmaya başlasın, aksi halde her yaptığı iş, ibadet dahi olsa nefsinden kaynaklanan iş hükmündedir yani yıldızından çünkü insân kendi yıldızından başka şeye itibar etmez yani nefsaniyetinden başka şeye itibar etmez ta ki bunun eğitimini alıncaya kadar, işte yapılması lâzım gelen şey beşeri yıldızını aslında İlâh-î yıldıza çevirmek, İlâh-î yıldıza çevirdikten sonra da orada kalmaz ilerisini ister, oradan da ay’a ulaşır, işte oraya ulaşana ait bu Âyet, yıldızından kurtulduktan sonra bu hilâl, bu ay nedir diye sormaya başlıyor ama kendisinde beşeriyet yıldızı ışıdığı sürece aya ulaşamadığı için onunla ilgilenemez, sormaz yani Hakkikat-i Muhamme-diyye’yi araştırmaz, dilinde, lisânında Muhammed(s.a.v) kelimesi vardır ama lâfzî’dir, Allah kelimesi nasıl ağzımızda lâfzî olduğu gibi Muhammed kelâmı da öyle ağzımızda lafzidir.

      Yıldızlığı bir tarafa çektiğimiz zaman, bakın vakitlerdir deniyor o bize hakikat seyrimizdeki vakitleri gösteriyor, işte ne zaman ki içimizde yavaş yavaş Nûr-u Muhammed-î doğmaya başlıyor o zaman bizim vakitlerimiz zuhura çıkmaya başlıyor yani seyrimiz faaliyetlerimiz meydana çıkmaya başlıyor, ama bunun olması içinde Regaib gecesi gerekiyor, Regaib gecesinden sonra Mevlüd gecesi, işte Mevlüd gecesi bu hilâlin doğması hükmündedir, sonra o hilal yavaş yavaş genişliyor, bedir halini alıyor sonra yavaş yavaş yine eski haline dönüyor ama o bedir halini muhafaza ettiği için kişi oradan güneşe geçiyor, bedir yavaş yavaş çekiliyor önünden çünkü artık güneşten ışığını almaya başlıyordur, yani Hakkikat-i İlâhiyye’ye ulaşıyor, İbrâhîm (a.s.) ın mağaradan çıkıpta bunları anlatması bu mertebenin ifadeleri ve bunların zâhiri ifadelerinden bâtınına geçerek, son olarak İbrâhîm (a.s.) ın dediği gibi “benim gerçek Rabbim bunları var edendir” diyerek tahkiki imâna ulaşılıyor ve hayatının diğer safhalarında bunun yaşantısı kendisinde zuhura çıkıyordur.

      Ve haccı yani işin kemâlatı belirtilmektedir.

      (Necm-yıldız) hakkında daha geniş bilgi (53 Necm-yıldız Sûresi) (37) nolu kitabımızda mevcuttur, dileyen oraya bakabilir.

      İyilik evlerinize arkalarından girmek değildir, ancak iyilik sakınmakla olur,  siz kendinizi ebrar’dan zannediyor-sunuz ama kapıdan girme denildiği halde siz arkadan giriyorsunuz, bu berr iyilik değil, ancak berr ittika ile olur yani içeriye girme dediyse, hiçbir taraftan girme.

      Yani türlü, türlü nefsâni düşüncelerle kendi beden evinize yanlış yollardan girmeyin, girerseniz kapısından girin, beden mülkünün kapısı kulaktır, ama ilim malının kapısıdır, yani beden malına girecek ilmin kapısı kulaktır, ama buraya nefsâni yönden başka kapılardan da giriş vardır, o da bir çok yerden, sadrından olur, beyninden olur, hislerinden olur, gözlerinden olur, işte Âyeti Kerîm’e bunu belirtiyor, varlığınıza, beden mülkünüze, kapının dışından başka yerden bir şey girmesin. Böylece Allah’tan ittika edin felâh bulursunuz.

Gerçekten ben (onlara çok) yakınım

index_0.jpg

 

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

      (186-) Ve iza seeleke ıbadiy anniy feinniy kariyb* uciybu da’vetedda’ı iza deani, felyesteciybu liy vel yu’minu Biy leallehüm yerşudun;

      * Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana imân etsinler.

      Ey Habibim kullarım senden Beni sordukları zaman, muhakkak ki Ben onlara yakınım de, Rahmân’ın, Kahhar’ın, Fettah’ın kulları değil Allah’ın kulları deniyor, Ben bunlara yakınım demesi, Zat mertebesinde onlara o kadar yakın ki, onlardan ayrı değilim, ancak buradaki zuhurlarımız sebebiyle birer elbise giydiğimizden biraz uzak kalmış gibiyiz, ama Ben onlara çok yakınım diyor, özleri mahiyetleri itibarıyla, Beni çağırdıkları zaman Ben onlara icabet ederim, yani Bana dua ettikleri zaman Ben onların dualarına uyarım, Allah’ın sözü bu, daha ötesi var mı?

      Efendim istedim istedim bir türlü olmadı deniliyor, ya duan da bir yanlışlık var ya da istediğin şeyin sana verilmesinin zamanı gelmemiştir, eğer o anda istediğin şeyi Cenâb-ı Hakk sana vermiş olsa istediğin duan da zamanlaman yanlış olabilir o sana zarar verir, o zaman sabırla bekleyeceksin ama yürekten istenecek, hakkıyla istenecek, sadece lisandan söylersen o zaten ulaşmıyor demektir.

      O halde sende Bana icabet et yani , Ben ona icabet ederim ama o da Bana icabet etsin deniyor şartı budur, yani Benim tekliflerime uysun Ben de ona istediğini vereyim, Allah’ın seni sevdiğinin ölçüsü, sen O’nu ne kadar seviyorsan O’da seni o kadar seviyordur, peygamberine muhabbetin ne kadarsa onun da muhabbeti sana o kadardır.

      Ve Bana imân et, işte bu yoldan umulur ki reşit olursun, fizik olarak buluğ çağına gelince insân reşit oluyor, bu et kemiğin rüştü sen istesende istemesende belli bir süre içerisinde o rüşte ulaşıyor beden, ama esas rüşt mânâ âlemindeki rüşte ulaşmaktır, reşîd olmak, bu da akl-ı külle ulaşmakla aklını en güzel şekilde kullanmakla mümkün olabilmektedir.

Ramazan Ayı

images_2 (1).jpg

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضاً أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ                             (185-) Şehru Ramadanelleziy ünzile fiyhil Kur’ânu hüden linNasi ve beyyinatin minel hüda velFurkan* femen şehide minkümüş şehre feıddetünmin eyyamin uhar* yuriydullahu Bikümül yüsra ve la yuriydu Bi kümül usr* ve li tükmilül ıddete ve li tükebbirullahe alâ ma hedaküm ve lealleküm teşkürun;

      * (O sayılı günler), insânlar için bir hidÂyet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidÂyete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.

      Ramazan ayı öyle bir ay ki, onun içerisinde Kûr’ân indirildi, yol gösterici, hidÂyet olarak insânlar için, ve açık açık beyanlar getirdi hidÂyetten yana ve farkları anlatma yolunda izahlar getirdi.

      Kûr’ân’ın bir ismi beyyine, yani beyanlar, açıklamalar, Yüzondört sûresi bölümü vardır, işte her bir bölüm beyyine, yani açıklamalar, diğer bir ismi hidÂyet yani kişilere hidÂyet kazandıran Hakk yolunu doğru yolu gösteren ve diğer bir ismi furkan, farklı mertebeleri anlatan, farklı farklı mertebeleri birbirinden ayırarak anlatan.

      Kim ki içinizden bu ayı görürse hemen oruç tutsun, eğer hasta veya seferde ise ondan sonraki günlerde o günler kadar orucunu tutar ve tamamlar.

      Allah size kolaylık diler size zorluk dilemez, eğer bu müddeti tamamladığı zaman Allah’ı tekbir etsin, Allah’ı yüceltsin, umulur ki böylece şükrünüzü yapmış olursunuz.