elhamdülillahi rabbil alemin
veselatu vesselamu ala rasulina muhammedin
ve ala alihi ve eshabihi ecmain
euzü billahi mineşşeytanirraciym bismillahirrahmanirrahiym.
“Rabbi zidni ilma” sadekallahülaaziym
Bilindiği gibi bu akşam Kadir gecesi.
Daha evvel yaptığımız zikirlerden, merasimden ve tesbih namazından sonra şimdi, inşeallah, Kadir gecesinin ne demek olduğunu mana alemi, özü ve hakikati itibariyle anlamaya çalışalım. Allah cümlemize zihin ve gönül açıkiğı versin.
Kadir gecesi bilindiği gibi Kuran-ı Keriym’in dünya semasına indirildiği gecedir ve diğer gecelerin en üstün olanıdır.
Daha evvelce seyr-i sulükunda salik
– Regaib gecesini yaşıyor,
– sonra Mevlûd/doğum gecesini yaşıyor,
– daha sonra Berat gecesinde berat’ini alıyor,
– daha sonra Mi’racını yapıyor,
– ve ondan sonra da Kadr’e Kadir gecesine ulaşıyor.
Dolayısıyla Kadir gecesi sadece müslümanlara has bir lütuf olmaktadır. Diğer milletlerin böyle bir gecesi yoktur. Çünkü onlar o mertebeye ulaşamamışlardır. Bulundukları yer itibariyle onların kadr’leri yoktur.
Ancak onların da bazı özellikleri vardır, fakat Hakikat-i Muhammed-i üzere olan kadirleri yoktur. Muhammed-i olmadıkça kadir gecesinin hakikatini anlamaya yol yoktur, çünkü Kadir gecesinde, Kuran-ı Keriym nazil olmaya başlıyor. Allah kelamın manaları sana nüzul etmeye başlıyor.
Öyle bir kadir kıymet bilmek ki bu yol başka ümmetlere kapalıdır ve Allah’ın zat-i tecellisi olmaktadır, “ef’al, esma, sıfat” tecellileri değil zat tecellisidir. “Zat-i kadr”, “zat-i kader”, zat-i oluşumlardır.
Mi’rac gecesiyle Kadir gecesinin arasındaki fark şudur’ki:
Mir’ac gecesinde kul Rabb’ına yükseliyor,
Kadir gecesinde ise, Rab kuluna ulaşıyor.
İşte Mi’rac gecesi olmadan Kadir gecesi olamıyor. Kadir gecesinden daha büyük bir gece düşünmek mümkün değildir.
İşte Cenab-ı Hak bu hakikatleri Kur’an-ı Keriym de Kadir Süresi ve ilgili ayetlerle belirtmiştir. Şimdi onları inceleyerek aklımızın erdiği dilimizin döndüğü kadar anlayıp anlatmaya çalışalım.
euzü billahi mineşşeytanirraciym
bismillalıirrahmanirrahiym
(Kadr Sures 97/1-5)
(1) inna enzelnahü fiy leyletil kadri
(2) ve ma edrake ma leyletül kadri
(3) leyletül kadri hayrün min elfi şehrin
(4) tenezzelül melaiketü verruhu
fiyha biizni rabbihim min külli emrin
(5) selamün hiye hatta matlei’l fecri
(1) inna/kesin biz leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesinde
enzelnahü/onu/kendisini biz enzel/inzal, indirdik
(2) ve leyletil kadr/kadir leyl/gecesi ne olduğu
sana ne derey/edre’ etti/bildirdi/anlattı
(3) leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesi elf/bin şehr/aydan hayırlıdır
(4) külli/her emir/işten onların/kendilerinin rabblerinin izni ile
fiyha/onun içinde/hakkında onda/orada
melaike/melekler ve ruh/öz/hülasa, canlılık tenezzül eder/inerler
(5) ta ki matleil fecr/fecr/tan yeri tuluğ edinceye/ağarıncaya kadar
hıye/o selam/esenliktir
- Muhakkak ki: Biz onu Kadr gecesinde indirdik.
- Kadr gecesinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?
- Kadr gecesi, Bin aydan hayırlıdır.
- Onda melekler ve ruh, Rabbi’lerinin izni ile her bir emrden iniverir.
- O -gece- tan yeri ağarıncaya değin bir selâmettir.
(Duhan 44/1-8)
(1) ha mim
(2) vel kitabil mübiyni
(3) inna enzelnahü fiy leyletin mübareketin
inna künna münzirıyne
(4) fiyha yüfreku küllü emrin hakiymin
(5) emren min ındina inna künna mürsiliyne
(6) rahmeten min rabbike innehü hüvessemiyul aliymü
(7) rabbissemavati vel ardı ve ma beynehüma
in küntüm mukıniyne
(8) lâ ilahe illa hüve yuhyiy ve yümiytü
(1) ha mim
(2) ve (andolsun) mübin/beyan olan açıklayan kitab
(3) inna/kesin biz enzelnahü/onu/kendisini enzel/inzal/indirdik
mübarek/bereketli, kutlu gece içinde
inna/kesin biz münzır/inzar, uyaranlar idik/olduk
(4) hikmetli küllü/her emir/iş
fiyha/onun içinde (onda) tefrik edilir/ayırt edilir
(5) emir/iş olarak indi/katımızdandır
inna/kesin biz mürsel/gönderenler idik
(6) senin rabbinden rahmet
innehü/kesin o hüve semi/duyan alim/bilen
(7) semavat ve arzın ve onların ikisinin arasındakilerin rabbı
eğer mukin/ikan/yakıyn iseniz
(8) lâ ilahe illa hüve ihya/hayy/hayat verir ve mevt eder/öldürür
- Hâ, Mim.
- Apaçık bildiren kitaba yemin olsun ki:
- Muhakkak biz onu, bir mübârek gecede indirdik, şüphe yok ki, biz uyarıcıyız.
- O gecede her muhkem emr, ayırd edilir.
- Bizim tarafımızdan bir emr olarak. Şüphe yok ki, biz Resûl gönderir olduk.
- Rab’binden bir rahmet olarak. Muhakkak ki, O’dur hakkıyla işiten hakkıyla bilen O’dur.
- Göklerin ve yerin ve bunların aralarındakilerin Rab’bidir. Eğer siz yakınen inanır kimseler oldu iseniz.
- O’ndan başka ilâh yoktur. O diriltir ve öldürür, sizin Rab’binizdir ve evvelki atalarınızın Rab’bidir.
(Bakara 2/185)
“şehrü ramadanelleziy ünzile fiyhil kur’anü hüden linnasi
ve beyyinatin minel hüda vel fürkani
femen şehide minkümüşşehre felyesumhü”
“sadekallahul aziym”
ramazan şehri/ayı o zat/şey ki
nas/insanlar için hüda/hidayet olarak
kur’an fiyhi/onun içinde/onda inzal edildi/indirildi
ve hüda/hidayetten ve furkandan (hak ile batılı ayırandan)
beyyinat/açık deliller olarak
bu halde eş şehre/o aya sizden kim ki şehid/şahit, tanık oldu
bu halde esumhü/onu/kendisini savm, oruç tutsun
- Ramazan ayı, o, öyle bir aydır ki, o ayda insanlara doğru yolu gösteren ve açık âyetleri içine alıp hak ile bâtılın arasını ayıran Kur’ân’ı Kerîm nâzil olmuştur. İmdi sizden ramazan ayında hazır bulunan, o ayın orucunu tutsun.
“şehru ramazan”, yani Ramazan ayı öyle bir aydırki Kur’an o Ramazan ayı içersinde indirildi.
“hüden linnasi” İnsanlara hidayet etmesi için indirildi.
“ve beyyinatin” açık beyanlar bilgiler ile
“minel hüda” hidayet yolunun açık bilgilerini verdi.
“vel furkan” ve alemde ne kadar farklılıklar varsa onların hakikatini de verdi.
Bir tarafta vahdet ilmini bir tarafta da farklar ilmini verdi:
Çünkü her oluşum bir esmanın özelliğinden kaynaklandığına göre tabii ki bu hadiseler farklılık arzedecektir. İşte bunun bilgisini de verdi.
(yani Kur’an’ın furkan yönü)
“femen şehide” Kim ki bu ayı görünse, bu aya ulaşırsa,
“min kümüşşehrafel yesumhü” hemen oruç tutsun.
Burada orucun farziyyeti ve Kur’an-ı Keriym’in indirildiği ay belirtiliyor.
Hz. Rasulüllah Hira dağında iken, Hz. Cebrail geldiği zaman,
(Alak 96/1)
ıkre’ bismi rabbikelleziy haleka
o zat ki halek/halk eden senin rabbinin ismi/adı ile ıkra/kıraat et, oku
“ikra” “oku”
“bismirabikellezi “ “Rabbinin ismi ile oku” ayeti
Ramazanın içinde gelmiştir.
Kur’an-ı Keriyme toplu olarak bakıldığında, kendisinde bulunan bilgiler sıralandığı zaman bunların hakikatleri çok daha açık olarak anlaşılmaktadır.
Gelelim (Duhan 44) suresinin baş ayetlerine:
Orada başta
ha mim var
(1) ha mim
“ha mim” bilindiği gibi, “Hakikati Muhammedi”nin bu bölümü.
7 tane “ha mim” ile başlayan sure vardır.
Bunun her birisi bir mertebenin hakikatini belirtiyor yani 7 nefs mertebelerini.
Burada da Kadir ile ilgili hakikati belirtiyor,
“Ha mim” bu hakikatin şifresi’dir.
Buradaki “Ha mim’i” biz “Hakikat-i Muhammed-i” olarak düşünelim.
(2) vel kitabil mübiyni
(2) ve (andolsun) mübin/beyan olan açıklayan kitab
“açık kitaba yemin olsun”.
O zaman şöyle oluyor:
“Ha mim ve açık kitab-a yemin olsun ki!”
Neden, çünkü, “ha mim”in tafsilatı açık kitabın içindedir.
(3) inna enzelnahü fiy leyletin mübareketin
inna künna münzirıyne
(3) inna/kesin biz enzelnahü/onu/kendisini enzel/inzal/indirdik
mübarek/bereketli, kutlu gece içinde
inna/kesin biz münzır/inzar, uyaranlar idik/olduk
“inna enzelnahü” “muhakkakki biz onu indirdik,”
“fi leyletin mubareketin” “mübarek bir gece içersinde indirdik,”
“inna künna münzirin” “muhakkak’ki biz korkutuyoruz”,
=e§áî©Ø y §¤ß a ¢ £3¢× ¢Ö ¤1¢í b èî©Ï T
(4) fiyha yüfreku küllü emrin hakiymin
(4) hikmetli küllü/her emir/iş fiyha/onda tefrik edilir/ayırt edilir
(5) emren min ındina inna künna mürsiliyne
(5) emir/iş olarak indi/katımızdandır inna/kesin biz mürsel/gönderenler idik
“fiyha yüfreku küllü emrin hakiymin emren min ındina inna künna mürsiliyne”
“o gece bütün işler birbirinden ayrılırlar. “
“Bizim yanımızdan bir emir ile muhakkak ki biz göndericiyiz”.
(6) rahmeten min rabbike innehü hüvessemiyul aliymü
(6) senin rabbinden rahmet innehü/kesin o hüve semi/duyan alim/bilen
“Rahmeten min rabbike”
“Rabbinden bir rahmet olsun diye gönderdik.”
“innehü hüvessemiul aliymü”
“muhakkak ki duyucu ve bilicidir”.
(7) rabbissemavati vel ardı ve ma beynehüma
in küntüm mukıniyne
(7) semavat ve arzın ve onların ikisinin arasındakilerin rabbı
eğer mukin/ikan/yakıyn iseniz
“rabbissemavati vel ardı ve ma beynehüma in küntüm mukıniyne”
“semavat, arz ve ikisi arasında onların Rabbıdır eğer yakıyn sahibiyseniz”.
(8) lâ ilahe illa hüve yuhyiy ve yümiytü
(8) lâ ilahe illa hüve ihya/hayy/hayat verir ve mevt eder/öldürür
“ondan başka ilah yoktur o diriltir o öldürür”.
Buradaki gecenin bazı alimler tarafıdan
“inna enzeinahü fiy leyletin mubareketin” ile belirtilen gecenin,
Berat gecesini belirttiği söyleniyor,
aynı ayeti Kadir gecesi olarakda söyleyenler var ise de,
Berat gecesi olması daha mümkündür,
çünkü Kadir gecesi hakkında belirtilen “Kadir gecesinde inmiştir” lafzı vardır.
Burası Berat gecesiyle ilgili olmalıdır,
çünkü Cenab-i Hak Kur’an-ı Keriym-i “levhi mahfuz”dan ikinci kat gökteki “Beyt’ül Ma’mur”a indirdi,
“Beyt’ül Ma’mur”dan da Kadir gecesi “Beytül Haram”a indirdi ve bu Beyt’ül Harama inmeyi 23 senelik bir süre içerisinde oldu.
“Beytül Ma’mur”a bir defada geldi oradan “Beytül Haram”a yani “insana”, “peygambere” görevli melek tarafından 23 senede indirildi.
Kadir gecesinde Hira dağında gelen ayet “İkra” “oku” idi,
Son gelen ayet ise, Bakara suresinin 281’nci ayeti oldu.
“vetteku yevmen türce’une fiyhi ilellahi”
ve allaha değin/üzre fiyhi/onda/oraya irca’/rücu/döndürüleğiniz yevm/güne ittika/akva et
“Rabbınıza döndürüleceğiniz günden sakınınız.” diye son bir ikaz yapılmaktadır.
Kur’an-ı Keriym’in dünyaya nazil olmaya başlaması gerçekten insanlık alemi için çok müthiş bir hadisedir. Çünkü insanın en geniş şekliyle Rabbini bilmesi ve anlaması onun getirdiği ilimle mümkün olmaktadır.
Diğer kitaplardaki Rab bilgisi gönderildiği zamanın insanının anlayabileceği kadardı.
Cenab-ı Hak “Kur’an-ı Keriym” içindeki bilgiler ile Hz. Peygambere ikram etti, o da aynen onları ümmetine ikram etti.
Şeyh’ül ekber Muhyiddin Arabi Hz:
“Hz Muhammed’in ümmetine Kur’an-ı Keriym-i ikram etmesi, Hz. Cibril’in Meryeme Ruhu nefhetmesi gibidir.” buyurdular.
Daha evvelcede dediğimiz gibi diğer ümmetlerin Kadir geceleri yoktur. Bu oluşum Ümmet-i Muhammede has bir özelliktir. İnsanlara bir ikram veya lütufta bulunulur; onun kıymetini bilirse, kadr-u kıymetini bildi,kadirşinas derler.
İşte Cenab-ı Hakk’ın bize lütuf etmiş olduğu bu gecenin hakikatini idrak edersek, biz de kadirşina bir insan olmuş oluruz ve bu bizim lehimize olur.
O halde her birerlerimiz bulunduğumuz idrak seviyelerimiz ilibariyle en geniş şekilde bu oluşumu anlamak zorundayız. Bu dünyadan gitmeden evvel bulunduğumuz halin kadr-ü kıymetini de bilmek zorundayız. Çünkü bize muhteşem Hakikat-i Muhammed-i mirası kalmıştır.
Musa (as) ulaştığı en yüksek oluşum
“len terani” “sen beni göremezsin” oldu,
(Araf 7/143)
“ve lemma cae musa limiykatina ve kellemehü rabbühü
kale rabbi eriniy enzur ileyke kale len teraniy
ve mikatımız/tayin ettiğimiz vakit (ibadet süresi, yeri) için
musa cae/geldiğinde/gelince
ve rabbühü/onun/kendisinin rabbi
kellemehü/ona/kendisine kelime ettiğinde/konuşunca
dedi ki, rabbim bana rüyet/göster ki
sana değin/üzre nazar edeyim/bakayım
dedi ki, len teraniy/asla beni rüyet edemez/göremezsin
“Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunki konusunca, Musa: (Rabbim! Bana kendini göster, sana bakayım) dedi. Allah: (Sen beni göremezsin!) dedi.”
Çünkü “mertebe-i Müseviyet” tenzih akaidesi üzeredir.
Tenzih’de Allah ve kul ikiliği olduğundan ötelerde olan bir Allahı’a yönelme vardır.
Hal böyle olunca kişinin beşeri kimliği üstünde olduğu sürece “sen beni göremezsin” hitabına maruz kalacaktır.
Mi’rac bölümünde de bir miktar bahsettiğimiz gibi, “Museviyet mertebe”sinin en yüksek hali budur, bu mertebede bulunanların kadr-u kıymetleri bu yaşantı içindedir.
“Gerçek tenzihi” (taklidi tenzihi) değil idrak etmeleri bu mertebe müntesiblerinin kadimleridir.
Bu halin kendilerini kaplaması da, o mertebenin Kadir gecesi diye belirtilen kemalidir.
Mi’rac bölümünde bir miktar belirtildiği gibi, bu geceye “İseviyet mertebesi” itibariyle baktığımız da, görülen şu olur:
İseviyet “Teşbih” (benzetme) kaidesi üzerine kurulmuştur.
Yaşantısı “fena fillah” (Allah’da fani yok olmak) olduğundan geriye dönüşü mümkün değildir.
Hal böyle olunca o mertebenin de gerçek anlamda geriye dönüşü olmadığından Kadir gecesi yoktur. O mertebenin en yüksek kadr-i, İsa (as) göğe alınışıdır.
(Kur’an-ı Keriym’de Nisa Suresinde 4/158)
bel refe’ahullahü ileyhi
bilakis/doğrusu ona/kendine değin/üzre/doğru allah refi etti/yükseltti
“Allah onu kendi katma yükseltti.” ifadesiyle anlamını bulmaktadır.
Böylece o mertebenin geriye dönüşü olmadığından henüz “İnsan-ı Kamil” mertebesi de oluşmamıştır, dolayısıyla bu mertebenin’de gerçek anlamda Kadir gecesi olamamaktadır.
“İseviyet”in kadr-i “fena fillah” (Hak’da fani yok olmak’tır.)
Hz. Rasulüllah’ın ve ümmetinin kadr-i çok başkadır. İşte geçmiş peygamberlerin hakikatlerini biz idrak edebilirsek;
eğer onların hakikatlerine bakarak kendi peygarnberlerimizin ve kendi halimizin nasıl olduğunu değerlendirmemiz çok daha kolaylaşır, güzelleşir ve değerlenir.
Bunların hepsi peygamberdir hepsi aynı mertebededir diye bakarsan, aradaki fark meydana çıkmayınca kendi değerini (kadrini) bilemezsin. Evvela onların mertebelerini tesbit etmek lazım ki ondan sonra biz kendi mertebemizi bilelim ve oradaki açık seçik farkı müşahede edelim.
(Kadr Suresi 97/1-5)
(1) inna enzelnahü fiy leyletil kadri
(2) ve ma edrake ma leyletül kadri
(3) leyletül kadri hayrün min elfi şehrin
(4) tenezzelül melaiketü verruhu
fiyha biizni rabbihim min külli emrin
(5) selamün hiye hatta matlei’l fecri
(1) inna/kesin biz leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesinde
enzelnahü/onu/kendisini biz enzel/inzal, indirdik
(2) ve leyletil kadr/kadir leyl/gecesi ne olduğu
sana ne derey/edre’ etti/bildirdi/anlattı
(3) leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesi elf/bin şehr/aydan hayırlıdır
(4) külli/her emir/işten onların/kendilerinin rabblerinin izni ile
fiyha/onun içinde/hakkında onda/orada
melaike/melekler ve ruh/öz/hülasa, canlılık tenezzül eder/inerler
(5) ta ki matleil fecr/fecr/tan yeri tuluğ edinceye/ağarıncaya kadar
hıye/o selam/esenliktir
mealen:
“Doğrusu biz Kur’an-ı Kadir gecesinde indirdik.
Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?
Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır.
Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler.
O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir”.
Kadir surcsine gelince, onu iyi anlamaya çalışalım,
“inna” “muhakkak ki biz,”
“enzelnahü” “o Kur’an-ı biz indirdik”
“fîy leyletil kadr” “kadir gecesi içinde.”
Bu Kur’an’ın bir genel olarak dünya semasına inmesi var,
bir de özel olarak her birerlerimizin gönül semalarımıza inmesi vardır.
(A’raf 7/142)
ve va’adna musa selasiyne leyleten ve etmemnaha bi’aşrin
fetemme miykatü rabbihî erbe’ıyne leyleten
ve otuz (30) leyl/gece olarak musaya biz vaad ettik/sözleştik
ve aşr/on (10) ile etmemnaha/onu/kendisini tamamladık
bu halde rabbihî/onu/kendisinin rabbi erbain/kırk (40) leyl/gece olarak
mikat/vakti/ibadet süresi, yeri tamamlandı
“Musa’ya otuz gün vade verip sonra buna on gece daha kattık! Böylece Rabbinin tayin ettiği müddet kırk geceye tamamlandı”
Musa (as) gündüzleri oruç;
geceleri ibadetle nefis tezkiyesi yaparak geçirdiği otuz (30) günün sonunda “Tevrat-ı şerifi” almaya başladı
ve on gün (10) devam etti.
Böylece süre kırk güne (40) ulaşmış oldu.
Kadir gecesi olarak genelde, kabul görüp uygulanan Ramazanın yirmi yedinci (27.) gecesi sistematik oluşuma da çok uygun düşmektedir.
Kadir gecesinin daha değişik tarif ifadeleri de vardır.
Bunun sebebi, her geceyi Kadir gecesine döndürmenin mümkün olduğunu bildirmek içindir.
Ramazanın yirmi yedisinde (27) Kur’an-ı Keriym nazil olmaya başlıyor.
Musa (as) otuz (30) unda gelmeye başladı, kırk’ında (40) sona ermiştir.
Müslüman, Ramazanda bir ay oruç tutuyor, bunun yirmi yedisine kadar olan sürede nefis tezkiyesi yapmış oluyor.
Böylece gönül ayinesinde kendi nefsaniyetinden hiç bir toz dahi kalmamış oluyor.
Böylece ilahi tecelli o temiz gönül aynasında parlamaya başlıyor ve orası alış, yani tecelli merkezi oluyor.
İşte böylece kişi yirmi yedinci (27.) gece kadr’ini biliyor,
yirmi sekizinci (28.) gecesi Peygamberin silsilesini tamamlamış oluyor.
Daha evvelki yaşamında diğer peygamberlerin yaşantısını geçmiş
ve yirmi sekizinci (28.) gecede de “hakikat- i Muhammed-i”yi idrak etmiş oluyor.
Yirmi dokuzuncu (29.) gecede ise (Arefe) “arif” oluyor. Yani ertesi günün bayram olduğu biliniyor ve o gcceye idrakle ulaşan kimse ise “Arifi billah” mertebesine ulaşmış oluyor.
İşte böylece “Regaib” gecesi ifadesiyle başlayan hakikat yolculuğu “Arif-i billah” hükmü ve yaşantısı ile neticeye ermiş oluyor.
Bu hal ile Ramazanın otuz (30) una ulaşmış insan da bayram yapmaz da ne yapar?…
İşte gerçek bayramı onlar hak ediyorlar. Bizlerde sureta onlara benzemekle onların yüzü suyu hürrneline bayram yapıyoruz.
Bu hakikati idrak eden Hacı Bayram-ı Veli, ilahisini böyle söylemiş:
“Bayramım imdi, bayramım imdi, yar ile bayram ederler şimdi.”
Kimki belirli oluşumlarla gönlünü temizlemiş ise biz de onun gönlüne Kur’an-ı Keriym-i indirmeye başlarız, böylece o da “İnsan-ı Kamil” olmaya başlar.
Burada Kur’an’ın inmesi, vahy ile yeni bir Kur’an inmesi değil, ilham ile mevcud Kur’an’ın inceliklerinin kendisine açılmasıdır.
Şimdi tekrar geri dönerek Kadr Suresine hastan başlayalım.
(Kadir 97/1)
(1) inna enzelnahü fiy leyletil kadri
(1) inna/kesin biz leyletil kadr (kadr/kadir leyl/gecesinde)
enzelnahü/onu/kendisini biz enzel/inzal, indirdik
“inna” “muhakkak ki biz,”
“enzelnahü” “o Kur’an-ı biz indirdik”
Bakın burada “Cibril”den de bahs edilmiyor, doğrudan doğruya “biz indirdik” deniliyor.
Çünkü Cebrail özünde zaten Hak’tan başka bir şey olmadığından, “biz indirdik” deniliyor.
“fiy leyletil kadr” “Kadir gecesi içcrisinde”
Burada bir geceden bahs ediliyor.
Niye “kadr gündüzü” denmemiş?
Çünkü gece fena fillah mertebesi olduğundan, kişi Hak’ta fani olduğu, Hak’la Hak olduğu zaman Kur’an nazil olmaya başlıyor.
Geceden kasıt, “yokluk, hiçlik”
– eşyanın ortadan kalkması
– kendi varlığının dahi ortadan kalkması
– “A’maiyet” haline bürünmesi
– Zat Alemine ulaşmasıdır.
Bu “fena fillah” halinden nüzul ve tenzil ile “İnsan-ı kamil” olarak tekrar dünyaya dönmeye başlıyor.
İşte bu hakikati, şimdilik “fena fillah” mertebesinde bekletilen “İsa” (as) da yaşayacak. O zaman o kadr’i kıymetini bilecek tekrar dünyaya geldiğinde bizim şimdi yaşadığımız hakikati o, o zaman yaşayacak.
Dikkatinizi çekiyorum, buradaki Ümmet-i Muhammedin ihtişamını düşünebili-yor muyuz İsa (as) Hz Pcygambere ümmet olarak gelecek “Hakikat-i Muhammedi”den aldığı, kendinde olmayan bu hakikatleri tahakkuk ettirerek gelecek ve ondan sonra “kadr” hakikatini yaşayacak, fakat biz bunu daha şimdiden yaşıyoruz ve bu imkanımız var.
Bir düşünelim içinde bulunduğumuz hassasiyetin güzelliğin değerin derecesinin ne olduğunu.
Ben-i İsrail’in peygamberlerinin en büyüğü olan “İsa” (as), şu anlattığımız vasfa sahip değildir. Haşa onun peygamberliğine bir halal gelmesin; o ayrı bir vasıftır.
Ümmet-i Muhammed’de Hz Rasüllüllah’ın kemalatının ilmi, bilgisi, özelliği, yaşantısı olduğundan (ki alemler onun kendisi için varedilmiş) bütün ilim onda zııhura çıkmış; “levlake levlak lema halaktül eflak”
yani “eğer sen olmasaydın, olmasaydın bu alemleri halk etmezdim”
hükmüyle belirlenmiş
(Enbiya Suresi 21/107 ayette )
ve ma erselnake illa rahmeten li’l alemiyne
ve illa/sadece rahmeten li’l alemiyn/ alemler için rahmet olarak
seni ersel/irsal etdik, gönderdik
“Ey Muhamıned, seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” ifadesiyle tabii ki o rahmetten en önce bizler yararlanıyoruz ve yararlanmamız gerekiyor.
İşte Cenab-ı Hak hu özellikleri, hiç bir ümmete yapmadığı bu lütfu bir garip ahir zaman ümmetine yapmıştır.
Ve ayet devam etmekte (Kadir 97/2)
(2) ve ma edrake ma leyletül kadri
(2) ve leyletil kadr/kadir leyl/gecesi ne olduğu
sana ne derey/edre’ etti/bildirdi/anlattı
“Kadir gecesinin ne olduğunu sen idrak ettin mi?”.
Ayetteki ifade tarzına bakın, sanki karşılıklı konuşuyor gibi, uzaklarda değil.
Bu ayetin iki yönü vardır:
birisi Hz. Rasulullah’a hitab eden yönü,
ikincisi de ümmetine hitap eden yönüdür..
Hz. Rasulullah’a hitap eden yönüne baktığımız zaman,
o’na “sen bu Kadir gecesini idrak ettin” hükmündedir,
onun için “ettin mi, etmedin mi?” hususu düşünülemez, çünkü Kur’an kendisine gelmiştir.
Bu ifadelerin hakikatini anlayamayacak durumda olsa idi o’na gelmez idi. Burada ki “vema” “ne” bize ümmetine ait
“Ey Rasülümün ümmeti, siz bunun ne olduğunu idrak ettiniz mi?’
Bu hitap bizleredir.
Kur’an-ı Keriym Hz. Peygambere inmesi dolayısıyla
“sen bunu idrak ettin, bunda kimsenin şek şüphesi yoktur.”
Fakat bize gelince;
“ey Ümmet-i Muhammcd, siz bu geceyi idrak ettinizmi?
Bunun değerini, kadrini kıymetini anlayabildiniz mi?
veyahut bunun hakikati ile ilgilenebiliyor musuz? gibi sorular vardır.
İşte bu Kadir gecesini idrak etmek için o Hak yolcusu ve talibinin, yol ehlinin, daha evvelce “Regaib, Mevlût, Ber’at, Mi’rac” gecelerini idrak edip, bu yoldan Kadir gecesine ulaşması ancak mümkün olduğundan dolayı,
“sen bu geceyi idrak ettin mi?” ikaz ihtar eğitim veya hatırlatmasını yapmaktadır.
“Bu silsileyi yaşayıp da Kadir gecesinin ne olduğunu daha hala anlayamadın mı?” demektir.
İnşeallah her birerlerimiz bu oluşumları en iyi şekilde anlayanlardan oluruz ve ayetin devamında (Kadir 97/3)
(3) leyletül kadri hayrün min elfi şehrin
(3) leyletil kadr/kadr/kadir leyl/gecesi elf/bin şehr/aydan hayırlıdır
“leyletül kadri” “o kadir gecesi”
“hayrün min elfi şehrin” “öyle bir gecedirki bin aydan hayırlıdır.”
Böyle bir özellik hiç bir ümmete verilmiş değildir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi gerçek bir idrake ulaşmak gerekmektedir.
Hz. Rasulullah zaman zaman geçmiş ümmetlerin yaşlarını düşünür, epey uzun olduklarından, kendi ümmetinin ise ömürlerinin daha kısa olduğundan ibadetlerinin daha az ve sevaplarının da daha az olacağım düşünüp üzülüyormuş.
Bu ayetin o yüzden nazil olduğu tefsirlerde yazılıdır.
“elfi şehrin” “bin ay” “seksen üç (83) sene üç (3) aydır.”
Ey Habibim sen hiç üzülme, senin ümmetine öyle lüluflarda bulundum ki: on-ları dalıa evvelce hiç bir ümmete nasib etmedim:
Bakın Cenab-ı Hak Ümmet-i Muhammed’e bir gecede 83 sene üç (3) aylık devamlı ibadet sevabı veriyor.
Gündelik ibadete ayrılan saatlerin ortalama 10’da 1 (1/10) olabileceğini düsünebilirsek 83 senenin 830 seneye tekabül ettiğini kolayca anlarız.
Ey: Muhammed (as) ahir zaman ümmeti, sana bahşedilen değerleri bir düşünebilseydin ne olurdu?…
Burada belirtilen zaman Ef’al aleminin oluşumu içerisinde kısıtlı zaman mefhumu ile ifade edilmiştir.
Aslında gerçek manada Kadr’ini oluşturup kendi kıymetini idrak ettiği zaman kişinin ne seneyle ne ömürle, ne zamanla, ne dünya, ne ahiretle kıyas edilmez bir oluşumu olur, çünkü zaman izafidir.
Vahdet ehli indinde bütün onları toplayan sadece bir tek an vardır kendi gerçek kıymetini idrak ettiğin vakit,ebedi hayata geçmiş oluyorsun, ebedi hayatta ise kısıtlı zaman yoktur.
Burada, ayette bahs edilen zaman süresi aslında çok kısa ve ef’al yani madde alemi itibariyledir.
Mana alemi itibariyle değerlendirmemiz çok güçtür, çünkü madde mana yanında çok az değer taşımaktadır.
Ayet’te her mertebede olan kişinin anlayabileceği bir dil kullanılmıştır. Gerçek kadr’ini idrak eden kimseler ise, bu oluşumu yaşadıklarında onlara ayrıca anlatmaya gerek kalmıyor.
Kur’an-ı Keriym sana nazil olduktan sonra bunun değeri ne zamanla ne madde ile ölçülemez.
İyi düşün “Kur’an sana yani her birerlerimizc nazil olmuştur” bu ifadeyi “ehli yakıyn” olarak anlamaya çalışalım.
Şimdi burada bir gerçeği daha açmaya çalışalım:
yukarıdan beri gördüğümüz ayetlerde üç (3) “leyi” “gece” geçti.
Cenab-ı Hak dileseydi tek ifadesiyle bunları ankıtabilirdi.
Birinci gece bu hakikatleri “ilmel yakıyn”,
ikinci gece “aynel yakıyn”,
üçüncü gece ise “hakk’al yakıyn” olarak müşahade edip yaşamamız içindir.
İşte ayette belirtilen bin (1000) ay “Sûri” (zahir) ifade tarzı içerisinde en az miktarda, asgari müşterek çerçevesinde belirtilmiştir.
Gerçek manevi yönünü izahı ise ancak yukarıda belirtilen üç mertebede yaşayanlar tarafından değerlendirilebilir.
Allah c. c cümlemizin idraklerim en geniş şekilde açmamıza yardımcı olsun.
(Kadir 97/4).
(4) tenezzelül melaiketü verruhu
fiyha biizni rabbihim min külli emrin
(4) külli/her emir/işten onların/kendilerinin rabblerinin izni ile
fiyha/onun içinde/hakkında onda/orada
melaike/melekler ve ruh/öz/hülasa, canlılık tenezzül eder/inerler
İşte o gece
“tenezzelül melaiketü” “melaike de iner, nüzul eder.”
Kur’an indikten sonra melaike de iner,
“verruh” “Ruh da iner”;
“fiyha” “o gecenin içinde”
“bi izni rabbihim” “onların Rab’larının izniyle”
melaike ve ruh o gece iner:
“İndirelim bakalım şimdi nereye inecekler?”
“tenezzelül melaiketü” “melaike iner, tenezzül eder.”
Tabiiki iner, inmez’mi hiç?…
O ruh’tan maksat genelde Cebrail (as)dır denmiştir.
O’da çok yerli yerincedir ama birimsel olarak daha öz düşünürsek:
Melaike dediğimiz şeyler, melekler, kuvvetler’dir yani Cenab-ı Hak’tan Kur’an vasıtasıyla sana yepyeni güçlergelir, yepyeni idrakler açılır,
çünkü yukarıda idrake, “vema edrake” hitab ediyordu.
İşte o idraklerin açılması için yepyeni bilgiler gelir, melekler getirir, yani “esma-i ilahiye”nin her türlüsünü sana ilim ve bilgi olarak verirler.
Dolayısıyla ilmi artık gönlünden almaya başlarsın, başkasına pek ihtiyaç kalmaz.
Tabiiki ilim her yerden alınır, Çin’de bile olsa alınır, ama, buradaki bilgi nakil bilgisi nakil ilmi değil, bizatihi kendinde ortaya gelen ilimdir, ki, işte buna “müşahede ilmi” ve de “yakıyn” ilmi, “vahdet” ilmi denilir.
Tam sağlam, temiz, katıksız bir ilim, doğrudan doğruya özünden gelen bir ilimdir.
Ve herkesin Cebrail-i kendine geliyor, ona ilmini getiriyor.
Cebrail (as) görevlileri bu işleri görürler.
İşte Ayette belirtilen melekler sendeki yeni görüşler, hayata bakışlardır.
Tabiiki genel olarak yer yüzüne inen melekler de vardır.
Bunlar bu gece Kadir gecesinde yeryüzüne inerler ve tebeddülat, değişiklik yaparlar.
Böyle olduğu gibi bizim yer yüzümüz olan beden mülkümüzde de aynı değişiklikler olması lazım geliyor, aynı kazançlar sağlanıyor.
Bu işler gece oluyor. Yukarıda bahsedilen üç gece ifadesinde, üç oluşumda veyahut üç mertebe’de ki insanların değişik yaşantılarından zuhura geliyor.
İşte meleklerin yer yüzüne inmesi, melekût “Esma” mertebesinin sana nüzulüdür.
Ruh’un yer yüzüne inmesi, sana “Sıfat” mertebesinin nüzulüdür.
Kur’an’ın sana inmesi ise, “Zat” mertebesinin nüzulü ve tecellisidir.
Bakın ifadelerde ne incelikler var. Onları hakikatleri itibariyle anlamamız gerekiyor.
Bu işler nasıl oluyor?
“biizni babbihim” ancak “onların Rablerinin izni” ile oluyor.
Yani nereye nasıl bir oluşum, bir bilgi geldi ise Rabb onu o şekilde orada kendi kontrolünde oluşturup tahakkukunu sağlamaktadır.
Burada bilmemiz gereken bir husus vardır, “Rab” dcndiğinde, bu esmanın, hakikatini iki yönlü bilmemiz gerekmektedir:
birinci yönü “Rabb’ül erbab” yani “Rabb’ların Rabbı” itibariyle, genel olarak bu sistemin çalıştırılıp terbiyeedilmesidir.
İkinci yönü “Rabb’ül has” “Has Rab” itibariyle varlıkların kendi has Rabb’ları dır.
İşte bu oluşum her varlığın kendilerine has Rabb’larının izniyle inmektedir.
“Rabb” esması “terbiye eden mürebbiye” demektir ve her varlığın bağlı olduğu bir esması vardır.
İşte o esma, o varlığın Rabb’ı dır,
böyle olunca da her varlığın kendine ait “Rabb-ı has”ı başka başka esma’lar’dır, bu esmalar “Rabb-ul erbab”a bağlıdır o’da “bir”dir.
Bu hakikat-i Kur’an-ı Keriym de Yusuf (as) ağzından
(Yusuf 12/39)
ya sahıbeyi’s sicni e-erbabün müteferrikune hayrün
emillahül vahıdül kahharü
ya sicn/zindan iki (2) sahıb/arkadaşım
müteferrik/çeşitli erbab/rabbler mı
yoksa vahid/bir tek kahhar/kahredici allah mı hayırlıdır
“Ey zindan arkadaşlarım ayrı ayrı Rab’larmı hayırlıdır, yoksa tek ve üstün olan Allah’mı hayırlıdır?”diye, bildirmiştir.
Genel olarak, “Rabb’ül erbab” bütün bu alemde meydana gelen oluşumların kaynağıdır.
“Rabb-ül has”lar ise, teferruatları oluşturmaktadırlar.
Burası ise Esma mertebesidir ve Ef’al mertebesindeki oluşumları meydana getirir.
Ve ruh’un inmesi: Sana “venafahtü”nün daha genişi geliyor
Adem (as) hakkında, (Hicr 15/29 ayetinde)
“ve nefahtü fiyhi min ruhiy”
ve ruhumdan fiyhi/ona içine nefh ettim/üfledim
“Ona ruhumdan üfledim”
İsa (as) hakkında (Bakara 2/253)
“ve eyyednahü birühıl kudusi”
ve rühı’l kudus ile
eyyednahü/onu/kendisini biz yed/el verdik, destekledik
“O’nu Ruhul Kudüs ile destekledik”
Burada da sana ruh’un, “Hakikat-ı Muhammed-i”nin “Ruh’ul Azam” olarak gelmesi, Rabbül alemiyn izniylefaydalandırılmasıdır, inmesidir
Nasıl? (Kadir 97/4)
“min küllü emrin”
külli/her emir/işten
“Her bir emirden.” Emir iş manasınadır.
İşte o mana alemindcn gelen özellikler Ef’al aleminde zuhura gelmektedir.
Senin gönlüne mana aleminden gelen melekler, güçler; ruh, hayat, nur bedenine intikal ediyor.
Bedeninde de madde aleminde, Ef’al aleminde zuhura çıkmış oluyor.
“min külli emrin” “her bir emir
“selamun” ve o emir ile birlikte “selamet” getirirler,
ve tabi böyle bir oluşum selametten başka ne olabilir.
İnsan için bundan salim daha selametli bir şey olur mu?
Selam aynı zamanda İslam, selamete çıkmak, selamette olmaktır.
(Kadir 97/5)
(5) selamün hiye hatta matlei’l fecri
(5) ta ki matleil fecr/fecr/tan yeri tuluğ edinceye/ağarıncaya kadar
hıye/o selam/esenliktir
“O gece tan yerinin ağarma.sına kadar bir esenliktir. “
“hiye hatta” “hatta şu zamana kadar ki”
“metlail fccr” “güneş doğuncaya kadar” bu oluşum böylece devam eder gider.
Bakın yukarıda üç geceden bahsedildi,
burada da “tuluğ”dan bahsediliyor,
ne demek isteniyor?…
“Güneş doğuncaya kadar” yani “Hakikat-i İlahi güneşi doğuncaya kadar.”
“Hakikat-i İlahiye” güneşi doğduğu zaman sende tabii ki fecr oluyor.
Yukarıdaki geceler bitiyor ve “fena fillah” mertebesinden “Baka billah” mertebesine geçilmiş oluyor.
Bu halde gece ve teferruat bitmiş, her şey yerli yerine dönmüş, ebedi gündüze ulaşılmıştır.
Nasıl ki yüz kilometre yukarıya çıkıldığında güneşle karşı karşıya kalındığında, her zaman gündüz ise,
gönül alemine girdiğin zaman da
(İsra 17/81)
“cael hakku ve zehekal batılü”
hakk cae/cey’e etti, geldi ve batıl zehak/hükmü bitti, yok oldu
“Hak geldi batıl gitti”
başka bir ifade ile, bu “fecr” batılın gitmesidir.
Batıl ise, senin var zannettiğin aslında hiç bir zaman var olmayan izafi nefsin’dir.
O gittiği zaman gelecek olan ise, güneşli gündüz, o da senin özün, zatın’dır.
Ey hakikat yolcusu!
Yukarıdan beri anlatılmaya çalışılan şeyleri iyi anlamaya çalışalım. Bunlar bizim gerçek hayatımızın seyirleridir. Bir sistemin oluşumu, bir gelişimin oluşmasıdır.
Bu sistem oturduktan, güneş doğduktan sonra kemale erilmiş, meyve olmuş oluyor.
Tekrar o meyvenin seyrini baştan anlatmaya gerek kalmıyor, çünkü yaşanmış oluyor.
Neticede ise sonradan bunları başkalarına yaşatmak gerekiyor, sonra tekrar tohum oluyorsun, tekrar toprağa giriyorsun onlarla birlikte tekrar seyrini sürdürüyorsun.
İşte şu üç satırlık kısacık bir süre içerisinde Cenab-ı Hak bütün kemalatı ortaya getirmiştir.
İnşallah hepimiz bunların idrakinde olalım ve en iyi şekilde anlayanlardan olalım.
Özetlersek, biz Ku’ran-ı Keriym-i Kadir gecesi yani mübarek bir gecede indirdik. Bu mübarek gece bizim için, kendi gerçek varlığımızı idrak ettiğimiz gecedir.
Cenab-ı Hak bizim eski birliğimizden çıkıp nefsaniyetimizden kurtulduktan sonra, o gönüle tecelli etmeye veilham yoluyla Kur’an’ını indirmeye başlıyor.
Kur’an-ı Keriymin inmeye başlaması, melekler ve ruh vasıtasıyla Cebrail vasıtasıyla oluyor
ve kim ki bunu idrak ederse Kadir gecesini idrak etmiş oluyor.
İşte İslam dininin özelliklerinden güzelliklerinden bir tanesi de bu ki, kim bunları idrak ettiyse, daha dünyada iken Hak sevgilileri arasında oluyor. Sadekallahulaziym…
Not: Hatırasına ve mevzu ile ilgisine binaen Nusret Babamın 1963 senesi Ramazanının Kadir gecesinde yazmış olduğu münacatını da ilave ediyorum. Allah c.c. fcyzinden nasibdar eylesin.
Etiketler