Günlük arşivler: 16 Ağustos 2018

Gözümün nuru oğlum

indir (45)_0.jpg

10.04.965
Gözümün nuru oğlum. Her aşıka, maşuk libası giydirilmez. Ama aşık olarak ölmenin de başka zevki vardır. Pervane bile aşık olarak dönmekten usanmış. Maşukun ateşinde yanıp yok olmayı son zevk olarak bilmiş. Bu, onun halini görenlerin idrakidir. Ben de böyle yandım. İstersen sen de yan. Nitekim yanıyoruz. Dünyamız bir ateşti. Sonra soğudu. Milyonlarca sene sonra da bu hali aldı. Sen de soğuktan sıcağa, cesetten gönüle, kesretten vahdete, suretten manaya hicret ettikçe et, devreni tamamla, aslına vasıl ol. Aslın özündeki aşk ateşidir. Görünenler hep sûrettir. Kılıftır. İşte ben oyum. Sen de o olduğumu anla da rahata kavuş, huzuru bul. Gönül kitabını okuyamıyorsan bunları oku, anlamaya çalış. İstidatın kemâle erinceye kadar oku. Kemâle ersen dahi oku, zevkten ayrılma. Çünkü hepsi senin makamlarındır. Demini (devrini) bul o zaman sen de “Ben bir gizli hazineyim” diyebilirsin.
El fakir Nusret Tura.

Bir ömür boyu çalışıldıktan sonra ancak ulaşılabilinecek bu hakikatleri daha o zaman Nusret Babamın açık olarak bildirmesi ne büyük lütuf imiş, o günlerde bunları bir nasihat olarak anlıyordum. Daha sonraki zamanlarda kulak kapılarımın ayarlarının yapılması ile göz mahallesine aktarılan bu hakikat misafirleri oradan “fuad” gönül mahallesine aktarılarak daha sonra bütün vücûd şehrine yayılıp orasını istilâ edip beşeriyetinden tamamen temizlendikten sonra, “ben bir gizli hazineyim” diyebilirsin. İzni çıktıktan sonra. “İşte ben oyum; sen de o olduğunu anla da huzurunu bozma” emrinin, müşahedeli yaşantısı ile o olduğumu anlamam tahakkuk etmiş olduğundan, hamdolsun Rabb’ımızla yaşamak olan bu huzurumuz yerli yerindedir. Ancak bu huzuru sadece kendimize saklamayıp gerçekten taleb edenlere de talepleri nispetinde dağıtmaktayız. İşte Hakk’tan alıp halka vermenin Zâti ikram yönüyle hakikati budur.
Terzi Baba (k.s.)

MEKTUPLARDA YOLCULUK – M. NUSRET TURA
İRFAN SOFRASI NECDET ARDIÇ TASAVVUF SERİSİ-82 No’lu kitaptan

“Kulak” ayarlarının yapılması

images (28)_0

Sohbetlerimizde çokça zikretmeye çalıştığımız, kişinin evvelâ “kulak” ayarlarının yapılması gereğidir. Mevlânâ Hz. İfade ettiği gibi dilin müşterisi kulaktır. Hakikat-i İlâhiye ancak kulak kapısından İnsan şehrine girip, evvelâ misafiri sonra da ev sahibi olmaktadır. Bunlar irfaniyyet mektebinde okunan müşahedeli gerçeklerdir. Cenâb-ı Hakk daha sonra onu göz mahallesine aktarır, orada müşahede ehli olmaya başlayınca kendisi daha sonra “fuad” gönül mahallesine aktarılır, bütün mahallelerde oturup o civarları tanıdıktan sonra yeni bir anlayış ile insan şehrinin diğer mahallelerini de dolaşıp tanımaya başlar. Ancak bu şehrin kapısı yukarıda da bahsedildiği gibi kulaktır, bunun da anahtarı tevhid ehline emanet edilmiştir. O izin verir açarsa! ancak o kapıdan içeri girilir. Girmek içinde kapı eşiğinde bir müddet beklemek ve rüşdünü ispat etmek gerekmektedir.

Gerçek bir tasavvuf eğitiminin ancak bire bir, olarak tahakkuk edebileceği açık olarak görülmektedir. Kalabalık olan yerde genel eğitim olur. Gerçek Tasavvuf/İrfan eğitimi ise çok meşakkatlı çok sabır, gayret ve ince bir zekâ gerektirmektedir. Tarikat ehli bulmak kolaydır. Hakikat ehli bulmaksa oldukça zordur. Marifet/Tenzih-î ve Teşbîh-i birleştiren, gerçek Tevhid ehli bulmak ise zordan da zordur, çünkü onları avam halk için tanıma imkânı yoktur.
O yüzden “Hakk ehlinin olmaz nişanı” denmiştir. “Ne puşu abâ cem ol, ne puşu abâ fakrol, bir bilinmez sûret içre padişah-ı âlem ol” diyen muhterem kimse bu hakikati belirtmek istemiştir. Yani (Ne çok süslü elbiselerle âlemin içine çık, ne de çok derbeder olarak fakir halde yaşa, bu ikisi arasında bilinmez bir surette, ancak kendi gönlünde âlemin padişahı olarak yaşa.) demek istenmiştir ki, ender bir haldir. Rabb’imiz talipli olanlara yolunu kolaylaştırsın ve her iki bölümden de faydalanmayı nasib etsin İnşeallah.

Nusret Babam kendisi zâten “Hay” isminin zuhuru ve tatbik mahalli idi, ölü kalpleri nefesi rahmaniyyesi ile diriltirdi. Zaman gelir dervişinin Cebrail-i olur ma’nâ âleminden haber getirir. Zaman gelir dervişinin, Mikâil-i olur ilâh-î rızıklar getirir. Zaman gelir dervişinin, Azrâil-i olur, nefsini öldürür. Zaman gelir dervişinin, İsrâfil-i olur, sûru’nu üfler nefsi varlığını alır, yeri geldiğinde onun sûru’nu tekrar üfleyerek “ba’sül ba’delmevt” öldükten sonra tekrar diriltir. “El ilmü hayyen lem yemüd ebeden” “ilim ile diri olan ebeden ölmez” hükmünü tecelli ettirmekteydi.

Terzi Baba Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.)

MEKTUPLARDA YOLCULUK / M. NUSRET TURA
NECDET ARDIÇ TASAVVUF SERİSİ 82 nolu kitaptan alıntılardır

Vahidiyyet, Ahadiyyet mertebesi

images (27)_0

Vahidiyyet, birlerin çoğalması, Ahadiyyet mertebesi ise teklik mertebesidir. Ahad oluşu sayısal bir birlik değildir, tekildir ve bir ikincisi yoktur. Bir’in ikincisi olup, birer birer sonsuza kadar gidebilir ancak tek’in bir ikincisi yoktur. Burada bütün, küll olan bir tek vardır, işte bizler tek-bir aldığımız zaman “Allahu Ekber” diyoruz ki bu “Allahu Ekber” bu makâmın en büyük ifâdesidir. “Tek ve bir” ya’nî ahadiyyet ve vâhidiyyet mertebesini “Allahu Ekber” demekle biz ifâde etmiş oluyoruz. Yanî “Allah” demekle ahadiyyet mertebesini, “Ekber” demekle de vâhidiyyet mertebesini ifâde etmiş oluyoruz. Ve buradaki “Ekber” ifâdesi bir yönü ile kudsiyyetinin büyüklüğünü ifâde etmektedir, diğer yönü ile ise esmâ-i hüsnâ içerisinde “Allah” ismi, ism-i A’zâm olduğundan dolayı en büyük isimdir. Vâhidiyyet mertebesinde “Allahu Ekber” ism-i A’zâm, ef’âl mertebesinde “Muhammed” ismi, ism-i A’zâm, ahadiyyet mertebesinde ise hüviyyeti ile “Hu” ismi, ism-i A’zâm’dır, çünkü burada hüviyyetin yanında olan “vâv” harfi ile birlikte, “vâv” velâyettir (Hû’nun sonundaki vâv harfi; velâyet-i mutlakâ anlamına gelir. Hû’nun velî kulu oluyor), “he” ise hüviyyet-i mutlakadır ki risâlet diye düşünülebilir.

Terzi Baba Necdet Ardıç Uşşaki k.s.

Kazâ ve kader

indir (44)_0.jpg

Kazâ ve kader hususundaki mezhebler içerisinde “ehli sünnet ve’l cemâat”in bâtını ile birlikte düşünülen ve kaydedilen anlayış, en sağlam ve en isâbetli anlayıştır. Buna göre kulun üzerinde Hakk’ın mutlak tasarrufu kabûl edilir ancak hayâtının bazı bölümlerinin tasarrufu kula bırakılır.
Kazâ hüküm demektir, bu hükmün meydana gelmesi için bir süreye ihtiyâc vardır. O hükmün zaman içerisinde peyderpey olan süresi kader demektir, yanî kazânın açılımı kader demektir. Araba kazâsı vb. gibi uçta görünen kazâlar ise kaderin içindeki kazâlardır yanî günlük, yevm içerisinde oluşan ve bireysel olan ve çok küçük bir sahayı ilgilendiren kazâlardır. Esas yaşadığımız ise kazânın kaderidir.
Hâkimin hükmü kazâdır, hükmün infâzı ise kaderdir. Bizler dünyâya geldik, programımız kazâ, dünyâda yaşadığımız her vaktimiz ise kaderdir. Yanî bu yönüyle kazâ mahlûk değildir, kader ise yaşandığı için mahlûktur. Kazânın bir ismi de a’yân-ı sâbitedir, ya’nî kişinin varlığı ile a’yân-ı sâbitesinin ayn olduğu, göz olduğu, kaynak olduğu ve hakîkati olduğu şeklinde tam tekliği ve vahdeti ve kökü, kaynağı bildirmektedir. A’yân-ı sâbite kişinin sâbit olan ve kendisine tanınan süresi hayâtı ve programı manâsındadır. İşte bu programın bitmesi diye birşey yoktur ancak kişinin hayâtının sona ermesiyle yazılımı bitmektedir. Tatbîkatı ebedi olarak cennet veyâ cehennemde yanî kişi nereye gidecekse orada devâm etmektedir ve bu program üzere cennet veyâ cehemmedeki yerleri de tespit edilmiş olmaktadır.

Terzibaba Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.)
“Her Şey Merkezinde mi? Hikayesi” Kitabından alıntıdır.

Onlara orada, Rahîm olan Rab’den «selâm» sözü vardır.

indir (43)_0

Yasin (36/55-56): “Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler. Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır. Onlara orada, Rahîm olan Rab’den «selâm» sözü vardır. Meyve vardır. Onlara orada ne isterlerse vardır.”
Onlar meyvelerle meşguldür, irfan ehli bunlardan Allah’a sığınır. Dost, dostuyla meşguldür. Abdülkadir Geylani Hazretleri (k.s) “Ya Rabbi, cehennem ehlinin cehennemden sana sığındığı gibi, cennetten sana sığınırım” der.
Suyu içerken bile zevk içine girmişsek, Rabba değil, nimete yönelmişizdir (Onun tadı Rabbımızın üstüne çıkmışsa).
Gölgeliklerde: (nefislerinin gölgesidir, perdedir)
Tahtalara yaslanmak: Bize helal olan, Allahu Teala Hazretlerinin bizi dilediği yere koymasına rıza göstermeliyiz (onlar yaslanıyor).
Rab’den selam: Cenab-ı Haktan değil, Rububiyetten.

Terzibaba Necdet Ardıç Uşşaki (k.s)

Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına) korku yoktur

Dini-Resim-V280420181836_N1.jpg

Yunus (10/62) “Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına) korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar, değil mi?”
Korkan kendinde bir varlık vehmeder, ona zarar gelmesin ister de korkar.
Sevinen de aynı şekilde. Ama zuhurda olan Hakk ise; “İkan sahiplerinde bu korku yoktur” deriz.

Terzibaba Necdet Ardıç Uşşaki (k.s)

“Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâh”

indir (42)_0

“Fa’lem ennehu lâ ilâhe illâllâh”
(Bunu söyleyince Ahadiyyet-i zâtıyyeyi, Vahidiyyet-i zâtiyyeye indirmiş oluyoruz)
Fa’lem (iyi bil ki)
enneHU (Allah’ın hüvviyet-i mutlakâsı – bir gözü bireye ait göz oluyor bunu söylediğimizde)
lâ ilâhe illâllâh”
Doğru yapan için, bunu yaparken feyz-i akdesin feyz-i mukaddese dönmesinin karşılığı oluyor, nuzül oluyor. Feyz-i Akdes, feyz-i mukaddes olarak iniyor sâlikler üzerine.

Feyz-i Akdes: Zâtından zâtına olan kudsiyyeti. (Akdes: en mukaddes)
Feyz-i Mukaddes: Zâtından sıfatına olan kudsiyyeti (Ahadiyyetinden Vahidiyyetine)
Ahadiyyetteki feyz-i akdes, bir halin sayısal çokluğunu değil de faziletli yüksekliğini belirtmektedir. İşte bu feyzin aktarılması hali de feyz-i mukaddes olmaktadır. Ahadiyyetteki feyz-i akdes “lâ-taayyün”dür, feyz-i mukaddes ya’nî vahidiyyet mertebesi “taayyünü evvel” ya’nî “birinci taayyün”, esmâ ise “taayyünü sânî” (ikinci taayyün)dür. Ef’âl âlemi ya’nî içinde bulunduğumuz âlem “üçüncü taayyün” dür. Feyz-i akdes zât-ı mutlaktır, feyz-i mukaddes ise Hakîkat-i Muhammediyye’dir çünkü oraya akmaktadır. Ki bu da ulûhiyyetin tam karşılığı kopyası olan ya’nî sûreti olanıdır. Ancak sûret açıldığı zaman orada ilâhî tasdîk ile “aslının aynıdır” denilmektedir. Bunların hepsi ef’âl âleminde de vardır ancak birbirine perde olmaktadır. Eğer o perdelilik olmasa o makâm bu sefer ortaya çıkmaz ve onun tanımı ve ifâdesi olmazdı. Yoksa ef’âl âleminde ahadiyyet âlemi olmamış olsa ef’âl âlemi zâten olmaz, ya’nî ortaya çıkamazdı ve hiçbir şey zuhura çıkıp kendi kimlikleri üzere ayrı ayrı yaşayamazlardı.

Terzibaba Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.)

Görülen zuhuratların tercümeye ihtiyaç var

images (2)

Kişinin herhangi bir şeyi seviyorum demesi, kendisinden başkasını sevmesi değildir. Kendi hayâline aşıktır, karşısındakine değil.
Mühim olan, kişinin kendi özünde olan hakiki m’âşukunu bulup, ona aşkıdır.
“Ey sâlik, senin sevdiğin ve mâ’şukun yine kendi hakikatindir.”
Yani kimsenin kendinde olandan başkasına aşık olmaması lazım, çünkü O hakiki mâ’şuk.
Kaf 50/16: “Biz ona şah damarından daha yakınız” (Ara yok ki başka varlık araya girebilsin)
“O resûl size içinizden (nefsinizden,hakikatinizden) geldi” Kur’ân-ı Kerîm’le geldi, uzakta aramaya gerek yok,
Hakka giden yol kendinden geçmede, ama tercümeye ihtiyaç var görülen zuhuratların.

Terzibaba Necdet Ardıç Uşşâki k.s
05.02.2014 Mesnevî-i Şerif Sohbetinden

İnsân-ı Kâmil’in perdesi kendisidir.

images (25)_0

İnsân-ı Kâmil’in perdesi kendisidir.
Herkese sûreti görünür, ama kendi bedeni kendine perde değildir.
(Kişinin evinin perdesi dışarıdan perdedir, içindekilere perde değildir)
Nâkıs olanın perdesi kendi kendine perdedir. O halde perde maddi değil ilmi mânâdadır.

Terzibaba Necdet Ardıç Uşşaki (k.s)